Bu yıl Büyük Millet Meclisi’nin açılışının 104. Yılı kutlanmakta. Kuruluş ve Kurtuluş savaşımının ve ardı sıra gelecek olan Cumhuriyet ve Devrimler silsilesinin büyük buluşması… Kuvayı Milliye/Ulusal Güçler ruhunun ayağa kalktığı gün… Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı…
Öncelikle ulusal egemenliğin anlamlı anlamsız tartışmalarla, kısır söz düellosuyla siyasiler ve kimi akademisyenlerce bulandırıldığı gerçekliğini vurgulamak önemli diye düşünüyorum. Biçimsel ve yüzeysel bakışlar, gerçek ulus/halk egemenliğini gölgelemiş, uluslararası güçler -Emperyalizm- de kendi çıkarlarına uygun yönetimler oluşmasına hizmet etsin diye bulanıklığı sürekli köpürten tutumla halk iradesini ve yönetimini biçimlemeyi becermişlerdir.
Bir yandan uluslaşma sürecine karşı olanlar, derebeyler, ağalar, şeyhler, Hilafet ve Şeriat yanlıları ve bunları destekleyen ilgili çevreler, öte yandan bundan yararlanıp siyasi sonuç elde etmek isteyen yerli ama bir ayağı dışarıda gözü dönmüşler! İlk Meclisin iradesi ve gücü adım adım böyle kırılarak bugünlere gelindi. Elbette Meclis iradesi -yetki ve tasarrufu- budanınca 1919 Ruhu zedelendi, 1920 Meclisi haksızlığa uğradı, 1923 Cumhuriyet Devrimi ve ardından gelen arasız devrimler, aydınlanma çabaları kan yitimine uğratılarak bugünler hazırlandı.
Uzun süredir bu önemli gün anlamına uygun kutlanmak bir yana, sadece bir çocuk bayramı/çocuk şenliği biçiminde dillendirilmekte artık. 23 Nisan 1920’nin anlam ve önemi sıradanlaştırılmakta, günümüze örnek olması gereken yanı önemsenmeden daha doğrusu bu anlam ve değer unutturularak öylesine bir güne indirgenmekte. Hafta boyu çeşitli törenlerle hamaset ağırlıklı, yüzeysel konuşma ve izlencelerle çocukların ön plana çıkarılıp duygu sömürüsünün geçen yıllarda olduğu gibi zirve yaptığını göreceğiz. Oysa ulusal egemenlik bir toplumun, bir ulusun kendi yurdunda tartışmasız bir yönetim sağlayabilmesi, uygulayabilmesidir. Bu da ancak halkın temsilcilerinden oluşacak bir meclis iradesiyle olasıdır. Üstelik bu iradenin üstünde bir güç olmamalıydı. -Dönemin savaş koşulları ve öncelikleri daha sonra getirilen kuvvetler ayrılığı ilkesinin göz ardı edildiği anlamına gelmez.-
Bu meclisi sadece ülkenin işgalden kurtarılması göreviyle sınırlı görenler büyük yanılgıya düşeceklerdi. Hatalı çizgide olanlar Büyük Millet Meclisi Hükümetlerinin yetkisini sınırlandırmak isteğiyle Cumhuriyetin ilanını ve yapılabilecek devrimlerin önünü de kesmeyi amaçlamaktaydılar. İşte o gün bugün Halk iradesinin, Meclis iradesinin ne olması gerektiği konusu sürekli bulandırılarak bu günlere gelinmiştir. Günümüzde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yetkileri oldukça daraltılmış, etkisiz duruma indirgenmiştir! Artık bir TBMM Hükümetinden söz etmek olası değildir! İlgili hükümet -adı da Kabine olmuş! – ve bakanlar, Meclise ve halka karşı sorumlu olmayıp sadece bir yetkilinin söz ve kararıyla göreve gelmekte ya da görevden alınmakta.
Bu yazıda başkanlık/yarı başkanlık sistemi konumuz değil kuşkusuz. Ancak Büyük Millet Meclisi’nin açılış yıldönümünde TBMM’nin saygınlığını ve iradesini savunmadan bir bayramdan söz etmek duygu sömürücüleri kervanına katılmaktan farklı olmayacaktı. Ulusal ve uluslararası konu ve sorunlarda TBMM’nin çözüm yeteneği, hareket ve yetki serbestisi -tasarrufu/inisiyatifi- bilinmeli ve de cesaretle sorgulanmalıdır.
Bugünkü TBMM’nin yapısından/oluşumundan bağımsız olarak söylemek zorundayım;
*Meclis, halkın gerçek temsilcilerinden oluşur!
*Meclis, kuracağı hükümetlerle halkın eğitim-sağlık-ekonomik-sosyal-kültürel konu ve sorunlarıyla uğraşır! Birtakım kişi ve çevrelere aracılık etmez!
*Meclis, temsil ettiği ulusun/halkın her tür çıkarını ve geleceğini korur/geliştirir!
*Meclis ve olması gereken hükümeti, ülkesinin bağımsızlığını, egemenliğini korur/savunur! İkili ve çoklu uluslararası anlaşmaları onaylamak ve gerekirse ilgili anlaşmalardan çekilmek “Bir Bilen” den bağımsız olarak TBMM’de olmalıdır!
*Meclis ve Hükümeti, ulusunun yazgısını yine ulusunun gönenci için belirler!
Benzer biçimde çoğaltılabilecek Meclis ve Hükümet görev ve sorumluluklarından hangileri bugün için yerine getirilmekte/getirilebilmekte. Böylesi bir Meclis ve yönetim hiyerarşisi ile ulus ya da halk iradesinden nasıl söz edilebilir? Bu satırları yazarken TBMM’de ağırlıklı olduklarına inandığım/inanmak istediğim saygın milletvekillerine, kimlik ve kişiliklerine hak ettikleri ölçüde saygılı olduğumu vurgulamak isterim. Hemen tüm yazılarımda temel sorunun “sistem” olduğunu, insan faktörünün ikincil olduğunu söylemiş, savunmuşumdur. Bu arada “insan” derken, ayağı Türkiye toprağına basan, bu ülkenin havasını soluyup suyunu içen, yazgısını paylaşan, sırası gelirse ölmeyi göze alan, Emperyal çıkar sarmalından nasiplenmeyen, işbirlikçiliği reddeden, her tür onursuzluğu mahkûm eden bir bireyden bir yurttaştan; halkın öz evladından söz etmekteyim! Uluslararası sistemin ve yerli işbirlikçilerinin beslediği çakallar, engerekler ve vampirler… benim “insan” diye adlandırdığım kümeye giremezler!
Halkımızın öz çocuklarının daha çok yer aldığı, yurdu ve halkı için çabalayan, 1919’ların, 1920’lerin, Cumhuriyetin ve Devrimlerin ruhunu taşıyan bir TBMM umuduyla ulusumuzun ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI’nı kutluyorum.
23 Nisan 2024
Trabzon
-Yarınlar Güzel Olacak-