Devlet ve millet hayatında en öncelikli ve önemli yaklaşım tarzı, isabetli öngörülerin üretilmesi, paylaşılması ve değerli bilinmesidir. Bunun için “devlet yönetiminde” tarih şuuru “yönetim aklı” için “olmazsa olmaz” olarak görülmelidir!
Tarih şuuru ise bize şunu göstermiştir ki; “suyun suya benzediği kadar, geçmiş geleceğe benzer.” Böyle demiş İbn’i Haldun!
Bizim de katıldığımız bu tespit, önümüze şu gerçeği koymaktadır;
Bugün, Avrupa Birliği devletlerinin devlet ve milletimizi usandıran, bitmez tükenmez mazeret üretme anlayış ve anlamsız hasmane yaklaşımları, bizi yeni alternatifler aramaya sevk etmektedir!
Türkiye’nin son derece haklı olduğu bu arayışlarının AB devletleri tarafından iyi okunması elbette ki, en haklı ve en meşru beklentimizdir!
Bunun yanında; Türkiye, AB devletlerinin yanlış ve kasıtlı politikalarına karşı alternatifler üreteceğim diyerek te, yarım asırlık “medeniyet mücadelesinden” vaz geçmemelidir.
Tarihleri, “Türklerle savaşlardan ibaret olan” Rusya gibi, Çin gibi devletlerin, diktatörlüklerini “ekonomik güç” olarak yansıttıkları politikalarının bizim için “alternatif değil”, batının yanlış politikalarına karşı “argüman” olarak değerlendirilmesi gerektiğini önemsemeliyiz. Çünkü tarih bize Rusya ve Çin’e hiçbir zaman tam olarak güvenemeyeceğimizi söylemektedir!
Şu an için en önemli mesele dış politikayı iç politikadan ayırmaktır. Türkiye-AB ilişkileri şu anda tam bir darboğazdan geçiyor. Burası olmuyor, Şanghay'a gidiyoruz demek çok kolaydır, ancak öfkeyle söylenmiş bu söz tepemize altından kalkamayacağımız büyük yükler indirir? Bunu görmek lazımdır! Öncelikle Türkiye kalkınmasını, demokratik sistem içerisinde ferdi hak ve özgürlüklere hukukun içinde saygı duyarak gerçekleştirmek istiyor. 200 yıldır bunun kavgasını veriyoruz. Şanghay İşbirliği Örgütü ise insan hakları, demokrasi, ferdi hak ve özgürlükler, basın hürriyeti gibi konulara önem vermiyor. Çağdaş anlamda ne bir demokrasi anlayışları ve nede bir demokrasi uygulamaları ve de dertleri olmadığı görülmektedir!
 Nitekim örgütün üyesi olan devletlerin hemen hepsi diktatörlükle idare ediliyor. Bunu çok iyi görmek zorundayız. Bu arada rakamlarında ülkemiz için hayati bir önem taşıdığını asla unutmamalıyız! Çünkü rakamlar yalan söylemez!
2015 yılında ŞİÖ üyelerine 7,5 milyar dolar tutarında ihracat yaptık. Aynı yıl AB ülkelerine yapılan ihracat 61,6 milyar dolar. Aynı yıl AB'den ithalatımız 79 milyar dolar, ŞİÖ'den ithalatımız ise 47,5 milyar dolardır. AB ile dış ticaret açığı 17,4 milyar, ŞİÖ ile dış ticaret açığı ise 40 milyar dolardır. Ülkemize gelen yabancı yatırımların da %75'i Avrupa kaynaklıdır. Türkiye AB pazarını kaybederse içine gireceğimiz felaket açıkça ortadadır!”
Şimdi “akli selim” durup düşünelim:
AB’nin yanlış politikalarına hayır!
AB’nin ipe un sermesine hayır!
AB’nin, Türkiye’yi oyalamasına hayır!
Kışlaya, camiye, okula siyaset girmesine hayır!
AB’nin bize istikamet tayin etmesine, hayır!
AB’nin verdiği sözlerde durmamasına hayır!
Ancak Avrupalı gibi;
Tam demokrasi uygulamasına evet!
Hukukun üstünlüğünü tam ve tarafsız olarak uygulamaya evet!
Üniter yapının devamına evet!
Dilimizin, kültürümüzün, gelenek ve göreneklerimizin yaşayıp yaşatılmasına, evet! Evrensel değerlerin bizi yok saymayacak standartlarının uygulanmasına evet!
Bütün dini faaliyetleri, devletin; kesin denetim ve yönetimi altında (yönlendirmesi değil) bulundurmasına, evet!
Milli gelirden 80 milyon insanımızın eşit olarak yararlanmasına evet!
AB ülkeleri istiyor diye değil, vatandaşlarımızın hakkı olduğu için, parti ayrımı yapmadan vatan ve milletimizin değerli bir mensubu olduğuna inanan herkese; devlet kapısında eşit muamele etmeye, evet!
O zaman; önümüze hangi engeli çıkarırlarsa çıkarsınlar, zaten asırlardır bir parçası olduğumuz aşikâr olan batı ile yani AB ile “medeniyet standartları oluşturma müzakerelerine” devama EVET!
Bunlar zor şeyler mi?
Uçuruma düşmeden, gerçekleri görmemiz lazım!