Tarihi olayları “siyasi gözlükle” okuma hastalığından, bu toplumu bir türlü kurtaramadık!
Hatta öyle ki; böylesine geri kalmış ilkel bir yaklaşımdan bu büyük milleti uzaklaştırmak için, “bin bir” güçlüklerle kurulan “aydınlık varlığımızın” sembolü “Cumhuriyet” ile bile bu konuda hala tam bir sonuç alamadık!
Bundan tam 93 yıl önce imzalanıp, yeni kurulan devletimizin; dünyaca tanınmasının kabulü olan Lozan Anlaşması’nı bile hala doğru okuyamamakta ısrar ediyoruz!
Neymiş efendim; Lozan bir hezimetmiş!
Allah, Allah; kardeşim 13 Kasım 1983 tarihinde bağımsızlığını ilan eden Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini, dünyada Türkiye Cumhuriyetinden başka tanıyan bir ülke var mı?
Madem yeni kurulan bir devletin tanınması o kadar kolaydır, neden biz KKTC’nin tanınmasını sağlayamıyoruz!
Efendim; Lozan da gizli maddeler var! Çok tavizler vermişiz! Hilafetin İlgası, dinimizin değiştirilmesi, vatanımızın küçültülmesi maddeleri var siz biliyor musunuz?
Kardeşim Lozan anlaşması 143 maddedir ve bu maddelerin hepsi açık ortadadır! Ayrıca 144. madde yazılarak, bu anlaşmanın şu kadar maddesi ‘gizlidir’ denilmemiştir.
Kaldı ki; kozmik odasına girilen bir devletin bütün sırları çalınıyor ve deşifre ediliyor da; neden Lozan anlaşmasının var olduğu iddia edilen ‘gizli maddeleri’ deşifre edilemiyor!
Çünkü böyle bir madde yok da ondan!
Aksini söyleyenler açıklasın da görelim!
Bu yalanların devri geçti artık!
Bugün devletin yapısı iddia edilen ithamların belgelerini elde edecek güçtedir!
Lozan’ın iddia edilen “gizli maddelerini” açıklasınlar da görelim!
Efendim bu maddeler gizli, açıklanamaz!
Siz onu külahıma anlatın derler ya, ben de öyle diyorum!
FetÖ’cü ajanların kozmik odanın sırlarını bile efendilerine servis edip, ihanetlerini taçlandırdıklarını hep beraber görmedik mi?
Devletin gizli nesi kalmış ki!
Unutmayalım ki; Lozan konusunda ki bu hastalıklı yaklaşım tarzı, Atatürk’ün kurduğu çağdaş Cumhuriyeti içine sindiremeyen ve getirim peşinde olanların parolasıdır!
GELELİM SEVR ANLAŞMASI’NA!
Lozan anlaşmasının değerlendirilmesinde ki yanlışların bir benzeri “Sevr anlaşmasının” değerlendirilmesinde de yapılmaktadır!
Ne yazık ki, bu yanlış değerlendirmeyi yapanlar da güya “Osmanlıya karşı olan” kendilerini; “çağdaş ve aydın” guruplar olarak tanıtıp karşımıza çıkanlardır!
Neymiş efendim; padişah vahdettin “Sevr anlaşmasını” imzaladığı için, “haindir”!
Nereden çıkarıyorsunuz bunu kardeşim!
Tarih ve belgeler diyor ki, Sevr anlaşmasının altında, padişahın imzası yoktur!
Neden? Çünkü Osmanlı anayasasının 7. maddesine göre, uluslararası bir anlaşmanın geçerli olabilmesi için; o anlaşmanın Osmanlı Mebusan Meclisi’nde görüşülüp kabul edilmesi ve ardından da bu kabulün Padişahça onaylaması durumunda bu anlaşma hukuken geçerli olabilmektedir!
Peki, Osmanlı Mebusan Meclisi bu anlaşmayı görüşüp, kabul etmiş midir? Hayır!
Neden?
Çünkü Osmanlı Mebuslar Meclisi “Misak’i Milli” kararlarını kabul edip ilan ettikten sonra, İngilizlerce basılıp dağıtıldı!
Ne zaman? 16 Mart 1920,
Peki, Sevr anlaşması ne zaman imzalandı? 10 Ağustos 1920!
Dolayısı ile bu anlaşmayı Osmanlı parlamentosunun görüşmesi mümkün olmamıştır, çünkü parlamento ortada yok!
Peki, bu anlaşmayı kim imzaladı?
Bu anlaşma Osmanlı Devleti adına Paris’e giden ve oradan Sevr kasabasına geçen “Hadi paşa” başkanlığındaki bir heyet tarafından “parafe” edilmiştir. Dönüşte, görüşülüp kabul edilmesi için parlamentoya sunulamayan bu taslak anlaşma, Anayasa gereği parlamentoda görüşülemediği için, tasdik etmesi için padişah Vahdettin’e de sunulamamıştır!
Daha sonra İngiliz Amiral Robeck”in baskılarına rağmen, Vahdettin bu anlaşmayı yine imzalamamıştır! Bundan dolayı Sevr anlaşması için; ‘ölü doğmuş bebek’ tanımlaması yapılmıştır! Sevr anlaşması padişah tarafından imzalanmış diyen ve aydın! geçinen insanlara sormak istiyorum; anlaşma gizli değil zaten! O zaman bu anlaşmanın altında padişahın mühürlü imzasını yayınlayın da görelim!
Yayınlayamazsınız!
Neden! Çünkü;
Tıpkı, yıllarca Lozan anlaşmasının gizli maddeleri vardır diyerek, bu maddeleri bir türlü belgelendiremeyen siyasal İslamcılar gibi; Sevr Anlaşmasını padişah imzalayarak “vatana ihanet etti” diyerek o imzayı bir türlü gösteremeyen Atatürkçü geçinen sahtekârlar da yalan söylemektedirler!
İşte onun için bizler, gerçek tarihçiler; Atatürk’ün; “imkânlarla, şartları örtüştüren” stratejik dehasına hayranız.