Trabzonspor’a dair yazdığım israrlı yazılarıma bir anlam veremeyen kimi dostlarıma bu tutumumun öylesine, sıradan, gelişigüzel bir seçim ve bundan doğan bir israr olmadığını söylemeliyim. Bir tarihsel ve sosyolojik tespit olarak; Türk futboluna egemen olan vesayetçi, şikeci ve ergen futbol zihniyetinin yegane temsilcisi olan İstanbul futboluna ciddi bir alternatif üretmeden, onun kendiliğinden değişebileceğine inanmak en hafif deyimle safdillik olur. İstanbul futbolunun egemenliğine son vermeden kimliksiz, kaotik ve o oranda da statü sever bu futbol oynama pratiğinden kurtulmak mümkün olmayacak.
İstanbul Türk tarzı futbol oynama pratiğinin sadece merkezi değil, aynı zamanda oligarşik yapılanmasının da anayurdudur. Üç büyük takımın İstanbul’lu olması ve bu (sözüm ona) büyük takımların tarihi boyunca ligi domine edip, şampiyonlukları kendi aralarında adeta bölüştürmesi, iyi ve güzel oyunun önündeki en büyük engeldir. Sonuç belirleyici rekabetin sadece İstanbul gibi bir ilin sınırları içinde cereyan ediyor olması Türk tarzı futbolu muhafazakarlaştıran, hatta reformdan nefret etme anlamında gericileştiren tek ve belirleyici sebeptir.
Türkiye’de futbolun özgürce gelişip serpilmesini isteyen her aklı başında futbolsever iyi ve güzel oyun adına bu oligarşik yapıya karşı hem mücadele etme sorumluluğunu duymalı, hem de bu yapıyı yıkabilecek alternatifler üzerinde yoğunlaşmalıdır. Eğer bu tespitime siz de katılıyor ve biraz değerli buluyorsanız, tarihsel olarak İstanbul dükalığını tam yedi kez (bir tanesi şike ve hileyle hala gaspedilmiş) tuş etmeyi başarmış bir takımı siz de hemen anımsar ve enaz benim kadar bu ciddi tarihsel veriyi dikkate alırsınız.
İlkin Trabzonspor’un tarihsel genlerinde ve bu genlerin şekil verdiği enerjik kimyasında İstanbul’a karşı yedi büyük zafer yazılıdır. Bunu başarabilmiş olan Trabzonspor teorik olarak bunu tekrarlamaya en yakın adaydır. Benim önerim sadece tarihsellikle de sınırlı değildir. Aynı zamanda Trabzon şehri total olarak salt bir futbol şehrinden ibarettir. Futbol potansiyeli bu kadar yüksek olan bir şehirde tekrar o eski görkemli günlere dönebilmek için her türden futbol oyun olanağı (futbolcu, teknik direktör, futbol bilgisi, oyun teorisi ve şehrin karakterinden kaynaklanan oyun modeli, sistem ve ekol) ziyadesiyle mevcuttur.
Trabzonspor’un bugün içinde bulunduğu sportif kriz konjonktüreldir. Hiç kuşkusuz bu krizden çıkmanın birden fazla yolu var, ama burada en öneml olan olgu Trabzon dibe vurmadan bu çözümlerden birine karar verip, onun rehberliğinde yeniden yapılanmaktır.
Bu sezon Trabzonspor’un en büyük talihsizliği bir oyun inşa edebilecek kurucu bir teknik adamla çalışma imkanı bulamamasıdır. Ne Şota, ne Sadi Hoca ve ne de Hami Mandralı bu derde deva olabilecek hekim niteliğinde değildirler. 2010 sezonundan bu yana Trabzonspor bir tür fikir körlüğü yaşayarak imkanlarını ve odağını karakterli bir oyun inşa etmek yerine, kozmopolit transferlere koşullayarak hem zaman hem de büyük ekonomik kayıplar yaşadı. Oysa basit bir seçimle Şenol Güneş’in bıraktığı yerden ve o’nun mirasına sahip çıkılarak bütün bu olumsuz gelişmelerin önü alınabilirdi.
Kozmopolit transfer politikasının yarattığı en büyük tahribat hiç kuşkusuz Trabzonspor’un, oyun anlamında, fikirsizleşmesine yol açtı. Bu sezon enson Türkiye Ziraat Kupası’ndaki Akhisar Belediye Spor maçı dahil, Trabzonspor üflemeli balon gibi yuvarlak, rotasız, stratejisiz ve perspektifsiz bir biçimde her maçını amaçsızca oynadı. Oyunun içindeki futbolcu gurubu ile oyunu tribünlerde izleyen taraftar arasında ilkesel olarak hiç fark yoktur; futbolcular da tıpkı taraftarlar gibi topun olduğu bölgeye gözlerini dikmiş, sanki bu oyunun topu izlemekten başka onlara yüklediği hiçbir sorumlulukları yokmuş gibi, edilgen ve işlevsiz bir pratik sergilediler.
Bir oyun inşa etmek yerine obur bir obez gibi hazıra konmak Trabzonspor’un geleneklerine, karakterine ve kültürüne terstir. Çünkü bu şehir bu kadar kolay hayatını kazanmıyor. Şehrin karakterine yabancı, onunla paralellik arzetmeyen her tür karar ve seçim, sosyolojik olarak ters teper. Karadeniz’de hayat zordur ve zoru başarmak ancak mutluluk verir, hazıra konmak değil. Eğer bugünkü Trabzonspor yönetimi bu tutumunu sürdürmeye devam ederse, Gorki’nin o ünlü hikayesindeki papazın dul kalmış, perspektifsiz karısı sendromu yaşar.
Toparlamak gerekirse; iyi ve güzel oyun için bu ülkenin hala Trabzonspor’a çok ihtiyacı var. Bu ülkede İstanbul dükalığına karşı tarihsel, kültürel, sosyal ve siyasal doku itibariyle kafa tutacak iki potansiyel şehirden biri Trabzon’dur (diğeri ise Diyarbakır’dır). Trabzonspor bu sezonu bütün gücüyle ligde kalma sezonu olarak görmeli ve önümüzdeki sezon için de, ne pahasına malolursa olsun, Şenol Güneş’i ikna ederek tekrar işbaşına getirmelidir. Trabzonspor’u bu büyük konjonktürel krizden çıkarmak ancak bu reçete ile mümkündür. Gerisi ucu bucağı belli olmayan bir büyük maceradan başka da bir sonuç doğurmayacaktır.