Bir maçın analizinde öncelik oyuncu performanslarının değerlendirilmesinde olmaz. Oyuncu performansından önce oyuncunun içinde performans sergilediği sisteme bakmak lazım gelir. Sistem doğru tasarlanmış mı, sistemin gereksindiği taktik detaylar doğru kurgulanmış mı, özcesi sistem çalışıyor mu; sisteme dair bu tespitler yapılmadan oyuncunun performansını değerlendirmek hem doğru değil, hem ahlaki değil. Çünkü oyuncu kendiliğinden ve bir boşlukta oynamaz, doğru ya da yanlış her oyuncu bir sistemin içindedir ve o sistemin gerekleri için o maç kadrosuna seçilmiştir.
Sistem değerlendirmesi yapmadan doğrudan oyuncu performansına yönelmek, zımmen sistemin doğru ve meşru olduğunu kabul etmek demektir. Bir sistemin ihtiyaçları ve talepleri için seçilmiş oyuncu elbette ancak o sistemin içinde performansıyla birlikte değerlendirilir. O zaman biz o oyuncuya dair güvenilir, ikna edici, doğru bilgilere ulaşabiliriz. O zaman o performans doğru kriterlerle değerlendirildiği için gerçeği yansıtır. Şöyle düşünün; sistem yanlış ama oyuncu harika.. Bu olabilir mi? Bu kadarına palavracı Türk yorum dünyası bile yeltenemez.
Şota’nın enkaz haline getirdiği takımın yeniden yapılandırılmasında, özellikle de topun Trabzonspor’da olma hali üzerine Sadi Tekelioğlu’nun ciddi katkılarından söz etmek mümkün. Top Trabzonspor’dayken takımın birbirine seçenek olma şeması pürüzlü de olsa işliyor. Trabzonspor bu şema içinde alan katetmede zorlanmıyor. Ama hücum planı çok geniş bir alana ihtiyaç duyduğu için, özellikle de hücumdayken kaptırılan toplar çok ciddi sorunlara dönüşebiliyor.
Topun rakipte olma hali üstüne Sadi Hoca’nın topu rakipten kapmak üzere birşey kurgulamadığını belirtmek lazım. Tuhaf bir algıyla, Türk futbol yorumculuğunun “önde basmak” dediği tanımsız ve işlevsiz kavramın gerekleri bile yerine getirilmiyor. Oysa, temel bir prensip olarak, top nerede kaybedilmişse orada savunma başlar. Çünkü topu kapma mücadelesi sahanın neresinde olursa olsun bir savunma davranışıdır. Ama galiba Trabzonspor rakip kendi ceza-sahasına yaklaştığında, o da içgüdüsel olarak, savunma refleksi gösteriyor.
Her sistemin iki temel ilkesi var: Biri top sizde olduğunda ne yapmanız gerektiğini anlatır, diğeri de top rakibe geçince yine ne yapmanız, nasıl organize olmanız gerektiğini anlatır. Bu iki ilke birbirinin alternatifi değildir; biri için öbüründen vazgeçilemez, ikisini de mutlak surette çok dengeli yürütmek gerekir ve aynı mutlaklıkla bu iki durumun sizden talep ettiği ihtiyaçları yerine getirmek gerekir.
Trabzonspor’un örgütlendirilmiş bir savunma stratejisi yok gibi duruyor. Dolayısıyla takımın savunma sezgisi de gelişmiyor. Takım, bir bütün olarak savunmanın ne kadar değerli olduğunu da kavrayamıyor. Savunma ve hücum girişimlerinin kesintisiz bir sürecin bütünü olduklarını idrak edemeyen bir zihin, elbette takım savunmasının ihtiyaçlarına cevap verecek bir yapılanma inşa edemez.
Ne Şota’nın yaptığı gibi hücumsuz salt savunma, ne de Sadi Tekelioğlu’nun yaptığı gibi savunmasız salt hücum. Futbol oyun gerçeği bu tek yanlı yaklaşımları kabul etmez ve sizi her adımda cezalandırır. Zaten savunma ve hücum girişimlerinin dengesini orantılı olarak inşa edememiş bir futbol oynama pratiği “sistem” adını kazanamaz. O zaman da biz ortada bir sistem varmış gibi bir yorum da yapamayız.