Ne demek ‘Trabzon Mektupları’?..
Bana göre, Trabzon’dan diğer illere ve gurbete yazılmış mektuplardır bunlar...1966 yılında, şimdiki Trabzon Postanesi’nin olduğu yerde bulunan eski postaneye giderek ilk mektubumu postaya vermekle başlayan bu, ‘Trabzon Mektupları’ serüvenine halen devam ediyorum..
Benden on yaş küçük olan kardeşimde ‘kasık fıtığı’ teşhisi konulmuş ve bir operasyonla bu sorunun giderilmesi düşünülmüştü.. Benim çocuk ruhumda derin akisler uyandıran bu olayı duyunca, topladığım ne kadar dergi ve kitap varsa onları araştırıp, yabancı bir dergide, kasık bağına benzer bir kuşağın farkına varmıştım. Lisede okuyan bir tanıdığa giderek bu ilanı gösterdim ve okuttum, tahminim doğruydu.., bu bir fıtık bağıydı. Hemen o firmaya birkaç satır almanca bir yazı yazarak bu bağdan bir tane göndermelerini istedim. Trabzon Postanesi’yle olan ilk irtibatım da böyle başladı.. Adamların gönderdiği fıtık bağı sayesinde bizim velet ameliyattan kurtuldu..
Daha sonraki yıllarda bu yazışmaları yavaş yavaş arttırdım.. Yurt içinde ve dışındaki firmalara ve kurumlara becerebildiğim kadar kısa mektuplar göndererek kitaplar, kataloglar ve yayınlar istedim.. Elli yıla yakın bir sürede yazdığımı sandığım yüz binden fazla mektup sayesinde pek çok konuda yayınları biriktirme olanağım oldu. Bu yayın biriktirme merakından dolayı, İran-Irak harbi yıllarında, gümrükteki odun kafalı bazı kılıksız kişilerin ahmaklığı ve emniyet makamlarına yazdığı düzmece raporlar yüzünden.., heyhat adımız İran ajanına kadar bile çıkmıştı..
Fotoğraf çekimlerinde kullandığım dia (slayt) filmlerin banyo edilme olanağı Türkiye’de olmadığı yıllarda, film torbalarını Avrupa ülkelerine posta ile gönderip oralarda yıkattığımız zamanlarda.. benzer ‘şapşal hafiye’ takiplerine maruz kalmıştık!.. Daha sonraları bu tür komedilerden vazgeçildi.. Sarp sınır kapısının açılmasından sonra ise.., kısmen de olsa.. yurt dışına mektup yazmak daha özgür hale gelmeye başlamıştı.. İnternetin olmadığı o yıllarda yurt dışına mektuplar yazıp kitap, katalog ve yayın istemek gerçekten önemli bir ihtiyaçtı.. Ama internet çıkıp da dünyadaki ürünleri, yayınları ve gelişmeleri izlemek kolaylaşınca.., firmaların yayın gönderme devri de kapanmaya başladı.. Zira posta masrafları her geçen gün artıyor, yayınların baskı maliyetleri yükseliyordu..
Elli yıl boyunca Postane vasıtasıyla gönderdiğim mektuplar.. artık bir anı oluyor, gelen mektup zarfları ise raflarda birikiyordu..  Posta kartları, kartpostallar ve sayısız pullu zarflar.. bir ev müzesi gibi eski anıları hatırlatıyor bana.. Bu tür yazışmaların şimdilerde artık tamamen dijital ortamlarda yapılmaları, adına ileti, mesaj,  twit, whatsapp, sms ve benzeri isimlerin verildiği sanal iletişimlerin yer aldığı hayali bir ortama göre.. bana sorarsanız ‘elle tutulur’ bir belge niteliğinde olan posta kartlarının, kartpostalların ve zarfların çok daha önemli bir yeri var..
Yıllar önce bir posta yetkilisiyle, posta ve telefon ücretleri konusunda konuşmuştum. Mektup ücretlerinin ve telefon maliyetlerinin devlete “sıfır lira” olduğunu.. ve halktan toplanan bu paraların tamamının ‘suya sabuna dokunmadan’ devletin kasına girdiğini anlatmıştı bana.. Vay canına.. Madem öyle de.., o zaman neden bunlar, diğer ülkelere göre halka daha pahalı olarak sunuluyor, diye çok içerlemiştim.. Bizdeki devletle halk arasında ‘doksan yıldır’ bir türlü oluşturulamayan uyum zaafında posta ve telefon kazıklarının da payı var..
Çok eski yıllardaki posta ücretleri, bugünkü değerlere göre çok daha uygundu.., biliyorum ! 80’li ve 90’lı yıllarda yurt dışına bir seferde yüzlerce mektubu birden, küçük bir cep harçlığına gönderdiğim günler vardı..  Daha sonra ‘ilgili’ birimler bu talep ettikleri ücretleri çok az bulmuş olmalılar ki.., işi arttırdılar.. Zaten mektup gönderen insan sayısı diğer ülkelere göre ülkemizde ne kadardı ki..? Bu iletişim yöntemine rağbet eden insanlarımızın azlığına rağmen, mektup ücretlerini alabildiğine maalesef arttırdılar.. Alsın şimdi hayrını görsünler..
 ‘Postacı’ tebligatçı haline geldi. Arkadaşlara ve aşıklara giden mektuplar birer birer ve damla damla kesildi.. tarihin derinliklerinde kayboldu..
Kaybolsun bakalım...