Çocukluğum, televizyonun tek kanallı dönemine denk geldi. Akşam haberleri saati geldiğinde televizyon ünitesinin kapağı açılır, düğmelere basılır, ekrandaki spikerin ülkede ve Dünya'da olup bitenleri anlatması beklenirdi. Habere, bilgiye ulaşabilmemiz için bu ritüel her akşam tekrarlanırdı. Şimdi öyle mi? İnternet çağında olup biten her şey, pek çok kanaldan hemen önümüze düşüyor. Farkındaysanız son zamanlarda ülkeyi ilgilendiren önemli kararlar, açıklamalar vs. günün geç saatlerinde de olsa biz bunu öğrenmekte zaman kaybetmiyoruz. “Gece yarısı kararnamesi” diye bir terim girdi mesela hayatımıza; hiç sorun değil. Benim için psikolojik etkisi önemli ama… “Gündüzün şerri gecenin hayrından evladır” diye bir atasözümüz var hani, gece yarısı kararnamelerinin bendeki psikolojik etkisinin referans noktası bu söz.
***
Lütfi Elvan'ın “af talebi” ile boşalan Hazine ve Maliye Bakanlığı görevine yine bir gece yarısı kararnamesi ile Nureddin Nebati atandı. Hayır olsun inşallah! Türk lirasının döviz karşısında her gün erimesi ve vatandaşın sürekli düşen alım gücü “bıçak kemiğe dayandı” dedirtti. Hazine Bakanlığı’ndaki bu değişiklik, ardından Cumhurbaşkanı'nın açıkladığı “Kur Korumalı TL Vadeli Mevduat Sistemi”, aynı gece dövizin düşüşü, insanların “Sabah ola hayrola, bakalım ne göreceğiz?” diyerek kafalarını yastığa koymaları. Sabah olduğunda yatırımını dövize yapanlar ciddi zarardaydı ama markete alışverişe gidende durum değişmedi. Üzerinden geçen bu kadar zamana karşılık henüz markette, pazarda değişen bir şey yok. Alım gücü yine düşük. Yılbaşından önceki son Pazar günü, güzel havaya rağmen Meydan civarındaki üç mağazadan biri kapalıydı. Bakan Nebati, yeni ekonomik sisteme dair rakamlar sorulduğunda , “Gözlerime bakar mısınız?” diyerek ekonominin iyiye gittiğini “gözlerindeki ışıltı” ile anlatmaya çalıştı. Oscar Wilde’ın Dorian Gray’in Portresi kitabında şöyle yazar, “Kadınlar kulakları ile, erkekler gözleri ile severmiş.” Nureddin Nebati bu yeni sistemin getireceklerini görmüş, sevmiş, gözleri parlıyor. Esnafta göremiyorsam o pırıltıyı, bakanın öngörüsüne sahip olmadıklarından ya da kar zarar rakamlarında farklılık göremediklerindendir. E sevgi de öyle şıp diye olacak değil, sabretmek lazım!
BEYAZ BİZİ DE
ESİR ALDI
Geçtiğimiz Çarşamba günü akşamüstü Trabzon beyaza büründü. Meteoroloji konu ile ilgili verileri paylaşmıştı; bilim “kar geliyor” dedi. Okula giden çocuklarım var, daha kalın giyindirdim; anne olarak alabileceğim tedbir buydu. Okula gönderdim, akşam da eve gelmesini bekledim. Her günden geldiğinden dört saat sonra. Kar yağışı nedeni ile okullarının önündeki rampa çıkılamaz hale gelmiş, öğrenciler okula geri sokulmuş, belediye ekiplerinin gelip karı küremesi beklenilmiş.
Bu süreci sosyal medya aracılığı ile de sürekli takip edip, belediyenin yolu daha çabuk açması için talepkar oldum. Çocuğum çok şükür sağ salim evdeydi günün sonunda; korkusu cabası.
Trabzon Büyükşehir Belediyesi İletişim ve Koordinasyon Merkezi (TİKOM) yetkilileri her sorumu, yeri geldiğinde fotoğraflarla da destekleyerek yanıtladı.
Aynı akşam Twıtter'da karla mücadele konusunda Büyükşehir’e övgü ve teşekkür dolu paylaşımlar gördüm. Otobüs duraklarında mahsur kalan vatandaşlar evlerine ulaştırıldı, otobüslerle ücretsiz taşıma yapıldı, yollar açıldı. Peki neden kimsenin aklına gelmiyor, meteoroloji uyarmış, kar geliyor. Bu şehirde kar ilk kez yağmıyor; hangi noktalarda ne gibi sorunlar yaşanabileceği tecrübe edilmiş. Tedbir alınarak, ortaya çıkması önlenebilecek sorunlar için bile çözüm bulduk diye teşekkür edildi. Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek!
***
HAYATTA KALMAK İÇİN
Organ bağışı benim hassas olduğum bir konu; sık sık yazacağım. Geçtiğimiz hafta hekim bir arkadaşımla bağışçı oranlarının azlığını konuştuk. Mevcut beyin ölümlerinin çok az bir kısmı verici olarak geçiyor kayıtlara. Durum böyle olunca da bazı hastaneler nakil izni için kotayı dolduramıyor ve ruhsatını kaybediyor. Maalesef Trabzon'da da bu durumda hastane var.
Arkadaşım mesleği adına, sağlıkçılar adına çok önemli bir özeleştiri yaptı: “Hastasını sağlık personeline teslim ettiği andan itibaren gerekli ilgiyi göremeyen, doktor ile hemşire ile olması gerektiği gibi iletişim kuramayan, hali sorulmayan, sorununa çözüm üretilmeyen bir hasta yakını, beyin ölümü sonrası yanına gelip organ bağışı onayı isteyen görevliye neden ‘evet’ desin ki?”
“Neden iletişim kurarız?” sorusunun cevaplarından biri de hayatta kalmak içindir. Yıllardır iletişim alanında çalışıyorum, dilim döndüğünce eğitimlerimde anlatmaya çalışıyorum bu soruyu ve cevabını ama durumu bu kadar net ifade eden bir örnek benim aklıma gelmemişti. Her alanda olduğu gibi sağlıkta da doğru iletişim hayat kurtarır! Umuyorum ki yerelde ve ülke çapında yetkililer, meslektaşları içerisinden yapılan bu tespitin ne kadar kıymetli bir veri olduğunu fark ederek gerekeni yaparlar!