Hava bahar havasıydı, deniz sakin. Gökyüzünde belli belirsiz birkaç bulut… Sahilde bekleşenler vardı, bir de koyu bir sessizlik. Açıkta demirleyen gemiden inenlerle dolan kayık kıyıya yöneldi Sabah saat sekizi gösteriyordu, kalabalığın içinde önde yürüyen Mustafa Kemal, karşılama heyetini selamlayarak hızlı hızlı yürüyordu. Çünkü bir millete biçilen kadere isyan etmiş, kafasına koyduğunu yapmak için yola çıkmıştı. Şimdi yürüme vaktiydi; durmadan, engellere aldırmadan, yılmadan yürüme…
O yolun sonunda takvimler 29 Ekim 1923’ü gösteriyordu; yüzüncü yılını büyük bir heyecanla beklediğimiz Türkiye Cumhuriyeti’ne ulaştı o yol.
23 Nisan’ı çocuklara hediye eden Atatürk, 19 Mayıs’ı da gençlere emanet etti. Geleceğin çocuklar ve gençler üzerinde şekilleneceğini her fırsatta dile getiriyordu ne de olsa.
Ulu Önder onlardan çok şey beklerken aynı zamanda onlara bırakacağı genç cumhuriyet için de ileriyi şekillendirecek çalışmalar içerisindeydi. Yeni bir yönetim sistemine geçen ülke Kurtuluş Savaşı gibi her anlamda ağır bir süreçten çıkmıştı. Ekonomide, tarımda, eğitimde, sanatta ve sosyal hayatta çözüme ulaştırılması gereken pek çok husus vardı.
Atatürk’ün yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin devraldığı ekonomik yapı ve şartları anlayabilmek için Osmanlı’dan kalan sosyo-ekonomik mirası bilmek gerekir. Doğrudan veya dolaylı olarak nüfusun 4/5’i tarımla uğraşan Osmanlı Devleti’nde, iç ve dış ticaretin neredeyse tamamı azınlıkların elinde bulunuyordu. Sanayi üretimi el sanatlarından öteye geçemiyor ve sanayi ürün ihtiyacını ithalatla karşılıyordu. Ayrıca Osmanlı döneminde Avrupa ülkelerine tanınan kapitülasyonlar zaman içinde genişleyerek, tekel, demiryolları, madenlerin işletilmesi, deniz ulaştırması gibi iktisadi ve mali alanları Avrupa’nın denetimi altına sokmuştu. Baskı altındaki Osmanlı yönetimi yabancılardan borçlanmaya gitmiş ve zaman içerisinde alınan borçlar ödenemez hale gelmişti.
Topraklarında bağımsızlığı elde eden Türkiye için hedef artık ekonomik bağımsızlıktı. Cumhuriyetin ilanından Atatürk’ün ölümüne kadar geçen dönemi iktisadi açıdan ikiye ayırıyor kaynaklar; 1923-1929 ve 1930-1938
Atatürk’ün önderliğindeki bu dönemlerde ülke ekonomisinde ve maliyesinde iki farklı politika izlenilmiş. 1929 büyük krizine kadar olan dönemde liberal yaklaşım uygulanırken, 1929 sonrası devletçi yaklaşım benimsenmiş. Ancak her iki dönemde de Atatürk’ün maliye politikasındaki amacı değişmemiş. Ulu Önder bir konuşmasında; “Maliye yöntemimiz halka baskı yapmaktan ve ona zarar vermekten kaçınmak ile ihtiyaç ve yokluklar için dışarıya muhtaç olmadan yeterli gelir sağlamak temeline dayanmaktadır” diyor. Atatürk’ün maliye politikasında devlet bütçesinin açık vermemesi gerekmektedir.
1923-1929 yılları arasındaki dönüm noktalarından biri, çiftçi, tüccar, sanayici ve işçi temsilcilerinden oluşan toplam 1135 temsilcinin katılımıyla 17 Şubat – 4 Mart 1923 tarihleri arasında düzenlenen İzmir İktisat Kongresi’dir.
Bu Kongre ile Türk Hükümeti bir yandan Lozan’da karşılaşılan zorlukları kamuoyuna duyurmak, diğer yandan da ekonominin çeşitli sorunlarını tartışmak istemiştir. Aynı zamanda Türkiye’nin siyasi ve iktisadi bağımsızlığını ilan etmek, halkın da katılımı ile kalkınma strateji ve politikalarını uygulamaya koymak amaçlanmıştır.
Buraya kadar okuduysanız şimdi sizden bir isteğim olacak. Koyu olarak yazılan yerleri bir kez daha okuyun lütfen; ama okurken. 100’üncü yılını kutlayacağımız Türkiye Cumhuriyeti’nin şimdiki ekonomik tablosunu ile Osmanlı’dan devralınan ekonominin benzerliğini, yöneticilerimizin habire değiştirdikleri ekonomi politikalarımızı, yine yöneticilerimizin bu zor zamanlarda halka yaklaşımını düşünün. Sonra bir de İzmir İktisat Kongeresi... Sahi 20 yıldır bizi yöneten bu iktidar böyle bir çalışma içerisine girdi mi hiç? Olur ya ben atlamışımdır.
Atatürk’ün büyük devlet insanı vasfı hiçbir zaman tartışılamaz. Ölümünün üzerinden 84 yıl geçtiği halde örnek olmaya devam edendir lider!
****
Yıl 1936…
İngiltere Kralı VIII. Edward Reis-i Cumhur Mustafa Kemal Atatürk’ün doğum gününü kutlamak ister. Londra Büyükelçimiz Ali Fuat Türkgeldi’ye Atatürk’ün doğum gününü sorar ancak cevap alamaz. Konu en son Atatürk’e kadar gider, Paşa’ya sorulur.
Atatürk bir süre ne diyeceğini bilemez. Kendisi de doğum gününü net olarak bilmemektedir.
Dolayısıyla şöyle maziye dalıp gider. Tam bu anda aklına anası Zübeyde Hanım gelir ve Reis-i Cumhur şu minvalde bir konuşma yapar:
“Anacım hep derdi ki oğlum seni bir bahar günü doğurdum”.
Sonrasında da ilave eder:
Bu niçin bir 19 Mayıs günü olmasın?
Bugün aynı zamanda, kendi kaderi ile Anadolu topraklarının kaderini bir gören Mustafa Kemal Atatürk’ün, doğum günü… Vatanını bu kadar çok seven bir liderin doğum günü olarak 19 Mayıs’ı seçmesinden daha doğal ne olabilirdi? İyi ki doğdun Ata’m!