“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!”

Bu ülkede bu sözün altına imza atmayacak her kim varsa demokrasi ile sorunu olan, devletin milleti ile birliği ve bütünlüğüne göz dikmiş yapıda olması kuvvetle muhtemeldir.

Bu değerli sözün sahibi Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra “Gazi” unvanını alan TBMM’nin açıldığı 23 Nisan’ı Ulusal Egemenlik Bayramı olarak ilan etmiş ve çocuklara armağan etmiştir. Ne mutlu ki Dünya’daki tek çocuk bayramı bizim.

Ulu Önderin, millet iradesinin simgesi meclisimizin açılışını çocuklara armağan etmesindeki mesaj çok açık; çocuklar Türk Milletinin güvencesi ve geleceğidir. Onlara yaptığımız her yatırım aynı zamanda geleceğimize yatırımdır dersem bunu beylik, ezberlenmiş bir cümle olarak algılamayın; gerçeğin ta kendisidir ve çok önemlidir.

Sağlıklı bir ortamda, sağlıklı ebeveynler arasında, eğitim, beslenme, eğlenme, giyinme, barınma haklarına erişmekte güçlük çekmeden büyüyen çocuklarla güzelleşecek geleceğimiz. Ve özgürce büyüyen! Bu saydıklarımın arasında belki de en önemlisi sağlıklı ebeveyn; bedenen ve ruhen sağlıklı…

Hep düşündüğüm bir konuyu bugün yazıyorum; mahkûm çocuklar…

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 65. maddesi şöyle der:
Hükümlünün bakıma muhtaç çocuklarının barındırılması
MADDE 65– “(1) Anaları hükümlü olup da dışarıda korumasına bırakılacak kimsesi bulunmayan sıfır- altı yaş grubundaki çocuklar, analarının yanında kalabilirler. Bu çocuklar gündüzleri ceza infaz kurumu bünyesindeki veya Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu veya diğer kurum ve kuruluşlara ait kreş ve gündüz bakımevlerinde barındırılırlar.
(2) Analarının yanında kalan çocuklara, yaş ve durumlarına ve ihtiyaçlarına göre yiyecek ve içecek verilir.
(3) Üç yaşını doldurmuş çocuklar, hâkim kararıyla çocuk yuvalarına veya yetiştirme yurtlarına yerleştirilebilirler. Bu çocukların belirlenecek bir program ve usule göre zaman zaman analarıyla temasları sağlanır.”

Yani, hapishanedeki anneler, çocuklarını bırakacak kimse yoksa onları yanlarında büyütebilir.
Burada bahsi geçen çocukların yaşları zaten özellikle annelerinin yanında olmaları gereken yaşlar.

Psikolojik olarak, bir çocuğun, annesinin yanında büyümesi kadar sağlıklı bir durum olmadığını herkes kabul eder sanıyorum. Ancak hapishane ortamı, kişi psikolojik temelli bir bozukluk nedeni ile hapse düşmedi ise bile çoğu zaman bozuk psikolojiye yol açar.
“Sizce, bir çocuk, bozulmuş psikolojiye sahip insanların oluşturduğu bir çevrede büyürse, normal kalabilir mi?” Bence hayır.

***
Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hak. Kanun’un 105. maddesinde ‘0-6 yaş grubunda çocuğu bulunan ve koşullu salıverilmesine iki yıl veya daha az süre kalan kadın hükümlüler için denetimli serbestlik’ öngörülmekte ve ‘2 yıl veya daha az süreli hapis cezasına mahkûm olanlardan, hükümlülük süresinin yarısını iyi hâlle geçirenlerin, istekleri halinde, mahkûmiyet sürelerinin geriye kalan yarısını, kamuya yararlı bir işte çalıştırılmasına mahkemece karar verilebileceği belirtilmektedir.

Bu madde benim nazarımda “Yetmez ama…” niteliğinde; en iyi ihtimalle mahkûmiyetin son iki yılını kapsıyor. 0-6 yaş grubunda çocuğu olan mahkûm annelerin cezalarının, “çocuğun üstün yararı” göz önünde tutularak, ertelenmesi ya da mahkûmiyet süresinin ev hapsinde geçirilmesi gibi alternatif çözümler bulunabilir mi?

O kadar önemli bir yaştan bahsediyoruz ki; psikolog ve sosyologlara göre, 0-6 yaş döneminde, çocuğun karakterinin temelleri atılır; bundan sonraki her şey, bu temel üzerine inşa edilir.
O nedenle, zayıf temel üstündeki inşaat nasıl çökerse; 0-6 yaş arası sağlıklı ve mutlu yaşayamayan bir çocuk da, ileri yaşlarda, kesinlikle, problemli bir yetişkin olacaktır.

Yani, bu dönemde, çocuğu hapis ortamında büyütmek yerine, hükümlü için alternatif sonuçlar öngörmek hem çocuk hem de toplum için çok daha verimli olacaktır.

Not: Bu arada yazı boyunca kullandığım ifadenin “mahkûm anne” olduğunu fark ettim; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un dili bu şekilde olduğu için. Ama yine atlanıyor ki bir çocuğun bakımından sadece anne sorumlu değildir ve bekâr bir babanın, kimseye bırakamayacağı çocuğu da söz konusu olabilir. Toplumsal cinsiyet eşitliği gereksinimi bir gerçektir!