"MEVLÂNA” denince insanî, İslâmî ve de ilmî ve edebî olarak evrensel manada bir hazırola geçeceksin.
Çünkü; o öyle evrensel bir adam ki bugün Konya’daki kabrindeki ölüsü bile hasımlarını, düşmanlarını ve gayri müslimleri tıpış tıpış ayağına getirmektedir. Onu bir okuyanlar onun gönül, ruh, fikir ve edebiyat atmosferinin manevî manyetik etkisinden ayrı kalamamaktadırlar.
Bu yüzden birçok yabancı ölünce Konya’ya onun bulunduğu kabristana gömülmeyi vasiyet etmektedirler. Bu konuda en çok etkide kalan onu en çok okuyan Fransızlardır.
Öyle ki: Mevlâna rönesans ve reform hareketlerinin batıdaki öncüsü Fransız düşünürlerini bile çok etkilemiştir. Dahası var; 2. Cihan Savaşı’ndan perişan olan batı, bir daha böyle bir vahşet yaşamamak için neler yapılması gerektiğini düşündüğünde çare olarak İngiliz düşünürü Prof. Nicholson’un “Mevlâna Celâleddin Rumî” adlı dünya klasiği eserinin okutulmasını bile bütün dünya kamu oyuna tavsiye etmiştir.
Acaba Mevlâna’yı bu kadar etkili kılan ve bütün dünyada kabul ettiren gerçek nedir? Hiç şüphesiz ALLAH AŞKI idi. Eğer beşer olan herkes Allah aşkını onun gibi anlatabilse idi bugün dünyada bu kadar çok inkârcı kimse olmazdı. Çünkü o, “BEN MUHAMMET MUSTAFA’NIN AYAĞININ TOZUYUM” diyerek inanç iklimindeki yerini göstermişti. Kime ne anlatırsan anlatsın insan kendi anladığı kadardır” demesi de çok düşündürücüdür. Herkes aklı ve ilmi kadar konuşur ve anlar.
Kendisinin dünyaya gelişini dünyada yaptığı manevî hizmete dayanarak “Herkes bir defa doğar, ben bin defa doğdum” sözü ile anlatmıştır. “Ne olursan ol gel” sözü ona ait değildir. “Baba Aşkalanî” isimli başka bir tasavvuf ehline aittir.
Mevlâna’nın Allah aşkından kendi ekseninde gezegenlerin yörüngelerinde dönüşü misâli tavaf edişini Bahriye çifte tellisine “semâ” diyerek çevirenler Mevlânâ’dan anlamazlar..
Onun Mesnevisinin bazı yerlerini Hz.Peygamberin Hadis-i Şeriflerini uydurma sözlere çevirilmesi misâli bozan masonlar ve eski yazıyla değiştirenler de aslında Mevlâna düşmanıdırlar. Mevlâna bütün bunlardan davacıdır. Onun asıl davası; yanık çalan NEY’in kamışlıktan koparılıp getirilmesi sonucu tekrar o eski kamışlığa dönmek istercesine feryat edişine benzer şekilde vaktiyle geldiğimiz ezel âlemine dönüş isteme, tekrar yaratan Yüce Allah’a kavuşma hasretidir. Bu şuurda kaç Mevlânâ hayranı var? Mevlevilik; Mevlânâ’yı kendine uydurmak değil, bizzat Mevlânâ davasına tabi olmaktır.
Ben 1994 yılında tâ Kıbrıs’a giderek burada dört yol kavşağındaki Mevlâna Dergâhını güllükler içinde araştırdım.
Bugün Türkiye’nin elinden alınmak istenen Kıbrıs’ta vaktiyle İslâm’ı nasıl yerleştirdiğini bizzat yerinde onun dergâhında gördüm. O zaman rahmetli Kıbrıs Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ı da Sağlık Meslek Lisesi’ndeki öğrencilerimizle ziyaret ederek kız öğrencilerimize bu güzel dergâhı göstermiştim. Atatürk’ün at üstünde Yunanlılarca delik deşik edilen heykeli dahi bu dergâhın yanındadır.
Mevlâna’yı anlamayanlar manevî barıştan ne anlarlar?
O ,Vahdet-i mevcutçu tabiatçılara tabiatta Allah’ın kudretini ve imzalarını görmek manasına gelen Vahdet-i vücutçuluğu öğretmiştir. Ona göre nasıl ki bir evin odalarının ayrı duvarları yıkılırsa içindeki ışık aynı güneşse bütün insan vücut duvarlarını yıkarsak içindeki ışık aynı ilâhî ışıktır, görüşünü gönüllere ve kafalara nakşetmiştir. Fakat Konya’daki Kuyumcu Selâhaddin olmasaydı, para desteği vermeseydi Mevlâna eserlerini yayınlayarak tanınamayacaktı.
Bugün nice maneviyatçılar aynı desteği göremedikleri için bilinmemektedirler. Bunda çağımızın maneviyatsız para babalarının vebali ve suçu çoktur. Buna dikkatinizi çekerim. Mevlâna’yı Unesco tanıtırken İslâm âleminin geri durması çağımızdaki gafletin büyüklüğünü göstermektedir.
Mevlâna öyle bir Kur’ân-ı Kerîm hayranıdır ki Mesnevi’nin önsözünde ilk olarak bu hayranlığını ifade etmiştir. Hocası Şems ve oğlu Sultan Veled de O’nun gibi tanınmıştır. Her sene Konya’da ve bütün dünyada yapılan Mevlâna etkinlikleri Türkiye ve İslâm âlemi için ‘asla rücu’ için bulunmaz bir fırsattır. 45 papazı saygı rükusu ile pes ettirmesi kayıtlara da geçmiştir. Dünyada nice müridleri vardır. Trabzonlu Kanûnî Sultan Süleyman, birçok Osmanlı padişahı da Mevlevî dergâhı ve tarikatı etkisinde idi. Hatta, Mustafa Kemal Atatürk bile..