Bahar mevsimi toprağın çözülüşünün, suyun toprağa kavuşmasının hikâyesidir bir bakıma Karadeniz’de.
Bu coğrafyada binlerce renk ve çeşitte bitkinin; yağmurların, sisin, masmavi gökyüzünün içimize sinmiş güzellikleri vardır.
Salgın dönemi yaşadığımız şu günlerde değerini gün geçtikçe daha iyi anlıyoruz bu güzelliklerin gel görkü Karadeniz’le merhabalaşan uçsuz bucaksız sahilimizi koruyamadık.
Antik bir geçmişi olan şehrimizi beton yığınına çevirdik.
Farklı karakteri vardır bu şehrin.
Ekmeği, çayı, gökyüzünün mavisiyle aşk yaşayan yemyeşil sonu görünmeyen dağları, hayatın yükünü sırtında taşıyan kadınları, kemençesi, yanık sevdaların, saf ve tertemiz aşkların dili olan türküleri vardır.
Köylere ve yaylalara gitmenin, peynirlinin ve Akçaabat köftesinin en çok burnumuzda tüttüğü zamanlar değil midir şimdi? Yaylalara çıktığınızda mis gibi çimen kokusu ile oynamaz mıyız horonu?
Gözlerinizi kapattığınızda orada hayal etmez misiniz kendinizi?
Meryem Ana’nın Barnabas ve Sophranios’ a Maçka Dağları’nın eteklerinde, kendi adına yaptırdığı Sümela Manastırı.
İlkbahar, yaz ve sonbahar aylarında hava şartları el verdiği müddetçe trekking, kuş gözlemleri, botanik amaçlı turlar, doğa yürüyüşleri, aile veya arkadaş gezileri yapılabilen Uzungöl.
Daha yükseklerdeki dağların arasındaki göller (Yedi Göller) veya yakınlardaki Şekersu, Demirkapı, Yaylaönü.
Hristiyan sanatının yanı sıra Selçuklu Dönemi İslam sanatının da etkilerini taşıyan ama ibadete açılıp açılmaması sorun olan Ayasofya Müzesi.
Dünyada eşi benzeri olmayan bu kadar farklı turizm güzelliklerini yeterince pazarlayamadık.
İnsanların birbirinden uzak durmak zorunda kaldıkları şu günlerde, hayatımız tamamen değişmişken, anlaşılıyor ki; yaz tatili modelimiz de değişiklik gösterecek. Güney’de, Ege’de, sıkışık, yan yana tatil yapmak yerine, doğayla baş başa, tertemiz havada, daha sade, belki sıradan ama huzur bulabilecekleri tatil önerilerinde bulunabilirdik ağırlayabilirdik şehrimize gelen misafirlerimizi.
Ev konforunda oteller ve çadır kamplarında.
Ama son yıllarda Arap turizmi sayesinde çok para kazanmak için bilinçsiz turizm hamleleri yapıldı. Yüzlerce otel ve restoran açıldı. Hazine sandığımızı kendi ellerimizle teslim etmiş olsak da kıymet bilmeyen ellere, halen geç kalmış sayılmayız. Bu şehirde, bu bölgede yaşayan her insan gönüllü turizm elçisi olmalıdır. Hepimiz tek tek sorumluyuz bize can veren, besleyen, büyüten topraklara.
Bu bayram herkes evinde kutladı bayramı… Sevdikleriyle kucaklaşamadan, büyüklerinin ellerini öpemeden. Haydi! Yeni bir sayfa açalım ve düşünelim; bu güzel şehirde neleri yanlış yaptık? Hep birlikte, el ele, yürek yüreğe çalışalım en iyisini hak eden şehrimiz için.
Bir kez daha baharı karşılarken, gökyüzüne, dağlarımıza, derelerimize dikelim gözlerimizi.
Bu şehir hepimizin.
Atalarımızdan miras, çocuklarımızdan emanet.
Ben üstüme düşeni yapıyorum.
Yaptığım görsel çalışmaları şehrimle ilgili güzellikleri çekiyorum sergiliyorum Türkiye genelinde sergi salonlarında.
Bunun yanında da; yıkılmak üzere olan 80 yıllık bir taş evi tamir ederek kurtardım. Şalpazarı Sis Dağı yolunda taş ev.
Ara sıra kaçtığım bu keşfedilmemiş cennet ev sahipliği yaparken, ne kadar büyük bir servete sahip olduğumu hatırlatıyor bana.
Trabzon’a uzaklığı 70 km olan bu diyar, gün geçtikçe değerleniyor gözümde. Belki kıymet bilmenin, belki de yaşlanmanın belirtisidir. Kim bilir! Karadeniz’de. Karadeniz'e gitmek isteyenlere önerim; bir defa olsun bahar aylarında Şalpazarı Ağasar Vadisi ve Sis Dağı’nı görmeleridir. Ruhlarına inanılmaz renkler katmalarını sağlayacak bu ziyaret ve yeryüzünde keşfedilmemiş bir cennetin varlığına şahitlik edecekler.