Bütün veriler gösteriyor ki sonsuz bir kuraklığın içine doğru hızla sürükleniyoruz.
Bu sarsıcı gerçek; kısır çekişmelerle yorgun düşen siyasetin ve vurdumduymaz yapımızın yeteri kadar dikkatini çekebilmiş değil ne yazık ki!
Oysa doğa, bu konuyu uzun zamandan beri gündeme getirip adeta gözümüzün içerisine sokuyordu.
Kıymetli bilim insanlarımızın feryatları ise gürültü duvarını aşamayan birer sessiz çığlık adeta.
İklimimizden daha önce duyarlılığımıza düşen kuraklık, doğamızı ve geleceğimizi kum fırtınalarına hazırlıyor.
Uzun zamanlardan beri yaşadığımız değerler erozyonu, duyarlılık alanlarımızı da köreltmişti aslında. Yüreğimizin en insani alanında oluşan bu boşluğu, belli ki anlık çıkarlarımız ve neme lazımcı tutumlarımız doldurmuş.
Sırtımızı dönmüştük derelerimize, ormanlarımıza; umursamamıştık olup bitenleri. Doğanın uyarılarına anlık eyvahlar sunarak, unutkanlık dağarcığımızı genişlettik.
Toplum olarak kaynakları sınırsızca tüketme hastalığına yakalanmışız da farkında mı değiliz yoksa?
Bu gidişle bütün sularımız “Can suyuna” muhtaç olacak, toraklarımız gözyaşı ile sulanacak!

Rahmetli Hürü Aba’m (Aba; bölgemizde, büyük anne, nine anlamında kullanılır.) bütün mahallenin Aba’sıydı aslında.
Hiç tanımadığım Hasan Amcamın eşiydi Hürü Aba.
Dünya bedenini iki büklüm yapmış ama insanlığına dokunamamıştı.
Hürü abam saflığın bilgeliğini, sabrın çatlamayan taşını, iyi niyetin sınırsızlığını ve tasarrufun zenginliğini yansıtan örnek bir insandı.
80 ve 90’lı yıllarımız onunla renklenmişti.
Ama ondaki saf bilgeliği şimdi daha iyi anlayabiliyorum.
Anlayabildiğim kadarıyla O’nun bilgeliğini oluşturan esaslardan biri , “Zay olmasın.” anlayışı idi.
Zay (zayi) olmasın; yani boşa elden çıkmasın, yitmesin, heba olmasın anlamında sergilenen tutum.
Hürü Aba’mın saflığının bilgeliği; korumak, yaşatmak, esirgemek ve harcamamak üzerine şekillenmişti.
Evimizin başından gürül gürül akan “Seymen’in Çeşmesi” bile O’nun koruması altındaydı. Çeşme önlerini hep O süpürür, neredeyse suyun her damlasının bekçiliğini yapardı.
Bardaktaki suyun son damlasına kadar içilmesi çok önemliydi, eğer tüketilemeyecekse asla atılmamalı üzeri örtülüp sonraki kullanıma bekletilmeliydi.
Yani asla zay edilmemeliydi. Kışların kış gibi olduğu, yağmurların haftalarca aralıksız yağdığı, suların gürül gürül aktığı o yıllarda bu titizlenme…
O’nun; aman zayi olmasan titizlenmesi biz yakınları tarafından yeterince anlaşılamıyordu elbette.
Sofrada da aynı titizlik; ne bir lokma ekmek ne bir kaşık
yemek ne de bir zere tuz asla zay olmamalıydı. O kendini “Zay etmeyi” önlemeye karşılıksız olarak adamış özverili bir insandı.

Artık “Seymen’in suyu” da akmıyor diğer bütün çeşmeler gibi. Tarihi çeşmelerimizin çoğu harap olmuş, muslukları talan edilmiş.
Karayollarında hizmet veren çeşmelerin nerdeyse hiç biri sağ kalmamış, sularımız pet şişelere doldurulup, kendisiyle birlikte çevrenin de yok edilmesi sürecine hapsedilmiş.
Taş ocakları yer altı sularımızı zay etmiş, derelerimiz can suyuna muhtaç kalmış.
Nehirlerimiz kimyasal atıkların yatağı olmuş.
Göz göre göre zayi oluyor her şeyimiz. Biliyorum ki Hürü Aba ve O’nun felsefesindeki rahmetlilerin kemikleri sızlıyor.

Sahi nedir bu kuraklık?
Neden doğa giderek daha acımasız oluyor?

Bizi saflığın bilgeliği kurtarabilir.
“Zay olmasın” saflarında yerimizi almalıyız hem de hemen.
Her çeşmemiz değerli, her damla suyumuz kutsal.
“Aman zay olmasın.”