Birileri bizi 12’den vurmaya kararlıydı.

“Eylül” hazırlıkları tamamlanmıştı.

12 Eylül 1980.

“Sur üflendi.”

Paletler, postallar ezdi geçti.

Netekim Paşa’nın vakti gelmişti.

Paşalar buyurmuş, kardeş kavgası bitmişti.

Zindanlar, sağ–sol ayırımı yapmadan kapılarını sonuna kadar açmıştı.

“Ülkünün ve Devrimin” Kalemleri kırılıyor, gerekli çevre temizliği yapılıyordu.

Öyle ya “Asmak beslemekten daha iyi idi.”

Ve uyandık sonbahar mehteriyle,

Tanıştık Netekim Hazretleriyle.

Susturulduk zindan haberleriyle,

Ve gömüldük, eylül ölümleriyle.

***

Ülke sıkıyönetimde, Türk gençliği zindanda, düşünce darağacında, “Sam amca” ise zafer sarhoşluğundaydı.

Savrulduk kör karanlıktan boşluğa,

Kapıldık acımasız bir tuzağa.

Ne solun güneşi vurdu şafağa,

Ne sağın rahmeti düştü toprağa.

***

İşkence kokulu koğuşlar, öz eleştiriye açtılar kapılarını.

 Ağıtları sağa ya da sola açılan hücreler,

Gözyaşlarının renklerinin aynı olduğunu gördüler.

Uyandık artık, ödendi tarifsiz bedeller.

Vatan da bizim, ülke de. Vatansever de biziz yurtsever de.

Ulus da bizim, millet de. Ulusçu da biziz milliyetçi de.

***

Kürt-Türk, Alevi-Sünni, solcu-sağcı,

Ne yaman bölünme, ne yaman acı.

Kitaba yasak, fikre darağacı,

Bitmeli, bitsin artık bu sancı.

***

68 ve 78 kuşağı…

Gözünü budaktan sakınmayan bireylerin kuşağı.

Yetmişli yıllar, gençlik hareketlerinin yılları, yakın tarihimiz.

Yakın tarihimiz, derin acılarımız.

***

Biz, geride kalanlar.

Biz gerçeği gördük, başka Türkiye yok.

Ve biz halâ okuyoruz ama artık sadece okuyoruz.

Ve biz halâ ölümsüzlüğü düşünüyoruz, ülkemizin ve milletimizin ölümsüzlüğünü…

 ***