Eski Türk devletlerinin hemen hepsinde akil insanlardan meydana gelen “danışma meclisleri” vardı. İslamiyet döneminden itibaren bu meclisler “şura” şeklinde devam etti. Bu bir bakıma; millet aklının toplamının, yaşanılmış tecrübeler ışığında problemlerin çözümünde kullanılması gerçeğidir. Buna aynı zamanda “devlet aklı” da denilmektedir.
İnsanların kendi aralarında yaşadıkları görüş ayrılıkları için ihtilaf, bu durumdan beslenen katı ayrışmalar için tefrika, giderek derinleşen ve toplumsal birlik ve beraberliği, ahenk ve huzuru yerle bir eden eksen kaymaları için de fitne-Fücur kavramı kullanılmaktadır. Birbirlerinden belli çizgilerle ayrılan bu kavramların kendi aralarındaki ilişkiye, birbiriyle irtibatlı boyutlarına dikkat etmek gerekir.
Günümüzde, insanlarımız arasında meydana gelen ihtilafların abartılması ve görüş ayrılıklarının derinleştirilerek yeni bir gerilim hattına taşınarak, Türk milleti üzerinde siyasal mühendisliklerin uygulanmaya konulmasının yıkıcı bir hedefinin olduğunu unutmamak gerekir. Bu bakımdan özellikle, yeni bir tarihin yazım eşiğinde bulunan insanlığın geleceğini şekillendirecek olan acı olaylar, savaşlar yaşanırken, bizim de devlet ve millet olarak; belki yüzyıl, iki yüzyıl sonrasına göre görüş ve kanaatlerimizi sıkı bir antrenmana tabi tutarak isabetli kararlar vermemiz gerekmektedir. Bunu yaparken siyasal anlamda kazancım ne olur, ne yaparsam rakibimi boşa çıkarırım gibi, yarınki nesillerimizin hesap soracağı günübirlik, küçük ve danışma-şura, devlet aklından yoksun kararlar ile geleceğimizi asla tehdit ve tehlike altında bırakmamalıyız! Bilmeliyiz ve unutmamalıyız ki; bu günlerde, dünyada ve yakın çevremizde, -Ukrayna-Rusya savaşı dâhil-meydana gelen ve dahi gelebilecek olan gelişmeleri iyi okuyup, taraf ya da karşı taraf olmadan, milletimizin milli çıkarlarının gereğini iyi okuyup isabetli kararlar alamazsak, bunun beşeri ve mahşeri vicdanda hesabının verilebilmesi mümkün olamayacaktır!.
Bu gün dünyayı parmağında salladığını zanneden Amerika ve Rusya gibi iki ceberut gücün eksenindeki gelişmelerin perde arkasını iyi düşünmeliyiz. Tepkilere ve Ukrayna’ya gücü yetmeyince; “nükleer dişlerini” gösteren Rusya’ya karşı, Amerika’nın; dünyanın sahipliğine soyunmasına aldanmamak gerekir. Unutmamak ve hatırlamak gerekirse Ayni Amerika, ayni Rusya’yı ayni yüzyıl içerisinde yapılan “birinci ve ikinci dünya savaşı” gibi iki büyük savaştaki yok olma mağlubiyetlerinden kurtarmıştır. İkisi de aynı dinin farklı nüanslarına inanmaktadırlar ve dolayısı ile tabiri caizse “it, itin etini yemez” gerçeğini asla unutmamalıyız!
Bu gün savaş halinde bulunan iki devlete karşı, taraf ya da karşı taraf olan milletler ile ilişkilerimizde, tarihte o milletlerle olan konumumuza bakarak kararlar vermeliyiz. Mademki dış politikada; devamlı dostluklar ve de devamlı düşmanlıklar olmamalı o zaman bizde devlet olarak gücümüze, stratejik konumumuza, reel askeri varlığımıza ve ekonomik dayanıklılığımıza iyi bakmalı, kendimizi iyi değerlendirmeli, kararlarımızı buna göre vermeliyiz. Yoksa 23 Şubat2022 Salı günü Ukrayna büyük meydanda çayını kahvesini yudumlarken, çocuklarını alanın çevresinde bulunan son derece geniş parklarda havanın soğukluğuna aldırmadan gezdirirken, 24 Şubat sabahı kafasına misket bombaları yağdırılan Ukraynalılar gibi oluruz ki; bize onlar gibi yardım edecek dindaş devletlerinde olmadığı ortadadır! Hatırlayalım bundan 104 yıl önce Ukrayna’ya saldıran Ruslar, Karadeniz’deki donanmaları ile Doğu Karadeniz sahillerindeki şehirlerimize ve de özellikle Trabzon’umuza ağır bombardıman saldırıları yaparak her tarafı yakıp yıkmışlardı!
Amerika’nın özellikle 1950’li yıllardan itibaren Türkiye’yi, idare edilmesi gereken üçüncü sınıf bir Afrika ülkesi olarak gördüklerini, Avrupa devletlerinin ise altmış yılı aşkın bir zamandan beri bizi kapılarında beklettiklerini unutmadan bu yeni gelişmeler karşısında pozisyonumuzu sağlam tutmalıyız. Bunun için toplumun ortak aklını mutlak kullanmamız çok önemli görülmelidir.
O zaman acilen duralım ve düşünelim; bu günkü şahsi ya da siyasi pozisyonlarımızı güçlendirmemiz midir önemli, yoksa yarınki nesillerimizin “özgür bir vatanda” yaşamalarını sağlayacak sağlam diplomatik adımları atmamız mıdır önemli! Şimdi, kendimize şu soruyu da sorarak düşüncelerimizi sonlandıralım;
En doğrusu benim düşüncelerimdir, benim yaptıklarımdır dersen; en yanlışı yapmış olursun, bu kritik dönemeçte bu yaklaşım herkes için geçerlidir!