Dünyanın çivisi mi çıkmış ne?
İnsanlık, ırkçı damarının kararttığı tarihinden hiç ders almamış görünüyor.
Şöyle bir geriye dönüp bakabilsek, “insanlık tarihi” denilen geçmişimizi, ayrımcılık duygularının yönettiğini göreceğiz.
Dili zehir, yöntemi savaş, hedefi yok etme olan etnik ve kültürel ayrımcılık, bütün zamanların en iflah olmaz kimliği. Ne yazık ki bu alanda her yerden ama her yerden duyarlı yürekleri yaralayan haberler gelmeye devam ediyor.
Bu canavar kimlik masum insanlığın başının belası.
Üstün ırk saçmalığının yarattığı egolu toplumlar, ötekinin düşmanı kesiliyorlar.
Bu tür toplumların hastalıklı düşüncelerinden beslenen totaliter iktidarlar, kendisinden olmayanları sinsice ya da açıkça yok etmeyi hedefliyor.
Bu dün böyleydi bugün de böyle.
Bu zihniyet dün:
Amerika’da; etnik ve kültürel soykırıma uğratılan on binlerce yerlinin mezarına, “coğrafi keşifler” diye büyülü bir mezar başlığı dikmişti.
Almanya’da, farklı olanları gaz odalarında, laboratuvarlarda, sabun fabrikalarında insanlığın hizmetine sunmuştu.
Rusya steplerinde oluşturulan toplama kamplarında insanlığa “emek” dersi vermişti.
Siyonizmin dilinde “Arzı Mevut” efendi millet olmuştu.
Ve diğer üstünler; bildiklerimiz ve bilmediklerimiz, yok ettikleri ötekilerinin örtülü tarihinin kahramanı oldular.
Bugün:
Bosna’da, Afkanistan’da, Arakan’da, Filistin’de, Suriye’de, Irak’ta, Filstin’de, Kafkaslar’da ama ille de Afrika’da... Ötede ve beride; etnik, dini ya da kültürel ayrımcılığın dumanları tütüyor.
Bu dumanın zehirlediği itilmişlerin dünyasında ötekiler, kendilerine biçilen kaderi yaşayacaklar:
Becerebiliyorsa ölüm yolculuğunu göze alıp göçmen olacaklar, ya da vatanlarında kalıp “ölüm haklarını” kullanacaklar.
Son tahlilde:
Çin, ben de burdayım dedi ve sahneyi aldı.
Bütün dünyanın gözleri önünde, tarihteki ırkçı saldırılara taş çıkartırcasına Uygur Türklerine etnik ve kültürel soy kırım uygulanıyor, adeta Çin işkencesi yapılıyor. “Küresel jandarma” Amerika ve diğer aktörler çıkarları doğrultusunda konuyu sahiplenirken, Türkiye’nin gerekli duyarlılığı göstermemesi oldukça şaşırtıcı oldu. Konuya duyarlı çevreler, “10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde” TBMM’den ciddi bir tepki beklediler. Ancak ne yazık ki bu gerçekleşmedi. Filistin konusunda sergilenen tutumun bir benzerini bekleyenler hayal kırıklığına uğradılar.
***
Ya bizim dünyamız:
Biz de ayrımcılık belasından bir türlü kurtulamadık, kaderimiz mi ne?
Kadın-erkek, zengin-fakir, Kürt-Türk, Alevi-Sunni, Laik-Antilaik, Cumhuriyetçi-Osmanlıcı, Müslim-Gayrı Müslim, itibarlı-itibarsız ve benzeri gibi ayrımcılık alanlarını bir türlü yok edemedik, hatta el birliği ile yenilerini ekledik.
Az ya da çok ayrımcılık hastalığına bulaşmış olanlar bizler; çoğumuz, bu gayri insani tutumumuz yetmiyormuş gibi, bir de “ne olacak bu ülkenin hali” diye bilgece çıkışlar bile yaparız. Üstelik böyle giderse “dünyamız alt-üst olacak” diye de dertleniriz.
Artık burada bir ironi yapılabilir:
Böyle giderse dünyamız alt-üst olacak.
Olacaksa olsun.
Altı belki de üstünden iyi olacak.