Tam yüzyıldır ülkemizde ve dünyada, devlet adamı olarak adından en çok bahsedilen kişi kimdir diye sorulsa, istisnasız ve ihtimalsız kesin cevap Atatürk olur. Kısa ve yalın olarak onun hayatını ve yaptıklarını minimize ederek anlatacak olursak;
“Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanıdır. Atatürk, uluslararası anlayış, işbirliği, barış yolunda çaba göstermiş, üstün kişi, olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir inkılapçıdır. Atatürk’ün kişisel özellikleri arasında ileri görüşlü olması, lider ve yönetici bir yeteneğe sahip olması, vatan sevgisini kişisel özellikleri altında birleştirilmesi, sanata-sanatçıya, spora-sporcuya, bilime-bilim insanına olan inancını sonuna kadar göstermesi sayılabilir. Atatürk’ün hayatı hakkında bilgiler içerisinde aile bilgisi, doğum yeri ve tarihi, çocukluk dönemi ve gençliği, eğitim hayatı ve gittiği okullar, katıldığı cepheler ve savaşlar, Samsun’a çıkışı ve Ankara’ya gelişi yer almaktadır. Atatürk’ün ilkeleri ve inkılâpları ise onun gençlik yılarından itibaren zihninde saklayıp zamanı gelince seslendirdiği ve gerçekleştirdiği çağdaş uygulamalardır.” İşte bu kadar.
Herkesin bildiği bu gerçekleri neden tekrar yazmak gereğini duyduğumu ifade etmek isterim. Yazılı ve görsel basınımızda günlerce reklamı yapılan “Atatürk” filmini seyretmek için sinemaya gittik. Mehmet Ada Öztekin’in yönetmenliğini yaptığı filmin doğrusu içeriğini ve sahnelerini merak ediyordum. Bu merak içerisinde ışıkların sönmesiyle filmi izlemeye başladık. Güya gerçeklik adına Atatürk’ün çocukluk yıllarının sunumunda mahalli dilin kullanılması beni oldukça şaşırttı. Böyle bir şeye hiç ama hiç gerek yoktu. Devamında çok amatör olarak hazırlanmış ilk mektep yılları, Harp okulunda okurken karıştığı bir olaydan dolayı tutuklanması ve suçsuzluğu anlaşılınca hürriyetine kavuşup ilk görev yeri olan Şam’a gönderilesi. Çok acemi sahneler ve dekorlar. Atatürk’ü canlandıran sanatçı Aras Bulut İynemli’nin Atatürk’e benzemesi dışında filmin birinci bölümünün hiçbir etkileyici sahnesi yoktu. Üstelik birçok sahnede Atatürk’ün kimliğinden çok içtiği sigara dumanlarının etkisi daha fazlaydı. Hatta yapımcı şaklabanlar güya sahneler gerçek olsun diye, yıllarca Atatürk’ün aleyhinde kullanılan içki içmesi işini belgelemek istercesine, katıldığı her toplantı da, Atatürk’ün eline bir de rakı bardağı tutuşturdular. Birçok cahil insanın bu sahneleri seyrettikten sonra kendi sapık yalanlarına malzeme yapacakları görüntüleri film olarak çekmiş olmak büyük bir talihsizlikti. Düşünmek gerekirdi ki; o yıllar Osmanlı İmparatorluğu dönemiydi ve bu imparatorluk şeriat kuralları temelinde yönetiliyordu. İnsana sormazlar mı ki; bu nasıl bir şeriat uygulamasıdır ki; bütün subaylar ve devlet ricalinin elinde bir içki kadehi, ağzında bir sigara!
İnsan düşünmeden edemiyor, Atatürk’ün doğumundan bu güne tam 142 yıl geçmiş. Onca olaylar yaşanmış, imparatorluklar yıkılmış. Yeni devletler kurulmuş. Toplumlara yön veren liderler yetişmiş. Bu liderlerin içerisinde en etkili olan Atatürk ile ilgili, onun kurduğu Cumhuriyetin hürriyet ortamında yetişen sanatçılar ve sinemacılar bir kez olsun onun hayatını doğru-dürüst bir film konusu yapmayı becerememişler. Onu anlama değil, anlamama üzerine belki de farkında olmadan bir sanat dalının temsilcileri olmuşlar. Bu ne aymazlıktır, bu ne beceriksizliktir! Çok mu zor dünya çapında haklı bir şöhrete sahip olup, mazlum milletlerin kurtuluş sembolü olan Atatürk’ümüz için ona yakışır gerçek bir film yapmak?
Çok mu zor ey sanatsız, sanatçılar! Sinema yapımcıları ve bilumum gerçek tarihçiler?
Hepinizi kınıyoruz…