Dünyanın en yoğun ve en önemli boğazları olan; İstanbul ve Çanakkale boğazlarından, her yıl yaklaşık olarak 42 bin yük gemisi ve tanker, dünyada ki, en beleş ve en bedava geçişini yaparak, milyarlarca dolar değerinde yük ve malzeme taşımaktadırlar!
1923 yılında Lozan ile yeni Cumhuriyetimizin bağımsızlığı bütün dünya ya kabul ettirilirken, günün şartlarına göre, uluslararası güçlerin kontrolünde kalan Boğazlar, 1936 öncesi gelişmeleri çok iyi takip eden ve akılcı bir siyasi deha olan Atatürk tarafından 1936 yılında yapılmak zorunda bırakılan “Montrö Boğazlar Anlaşması” ile Türkiye’nin kontörlüne alındı. Dönemin şartlarına göre Türkiye büyük bir kazanım elde etmişti ama ileride başımızısaçımızı yolacağımız şartları da bu anlaşma metninden tam olarak ayıklayamamıştı! Boğazların hakimiyetini ele geçirelim eksiklikleri, gelişmeleri iyi takip eder, sonra da lehimize çevirebiliriz inancında olan Atatürk’ün ne yazık ki ömrü buna yetmemişti.
Bu açıklamamızı neye dayandırıyoruz diye merak edilebilir! Bir kere anlaşmanın 28. maddesine göre, bu anlaşma 20 yıl süreliydi ve anlaşmayı imzalayan devletlerden herhangi birisinin itirazı halinde anlaşma yeniden görüşmeye açılabilecekti! Ancak gelin görün ki, bu güne kadar hiçbir imzacı devlet bu anlaşmada şu eksik var bunu yeniden güncelleyelim diye bir itirazda bulunmadılar! Tek başına bu gelişme bile bu anlaşmanın zaman içerisinde bazı maddelerinin bizim çıkarlarımıza zarar vermeye başladığını net olarak ortaya koymuştur! Nasıl mı?
1936 yılında geçiş ücretleri için 1 gr. altın 2.78 dolara sabitlenmişken, bu gün 1 gr. altın 56 dolar civarında seyretmekte ve her gün artmaktadır. Düşünebiliyor musunuz; elin oğlu daha o yıllardan çıkarlarını bu günlere göre koruyacak hükümleri anlaşmanın içine koyarak yaklaşık olarak bu gün yılda iki buçuk milyar dolar zararımıza sebep olabilmektedir!
Montrö Anlaşması’nın içtihatlar bölümünde, boğazların geçiş için alternatifi olmadığı için gemilerin geçişleri dünyanın diğer boğazlarında olduğu gibi profesyonel ücrete tabi tutulamamaktadır! Halbuki aynı şartlar da Almanya’nın sahip olduğu 7 bin kilometrenin üzerindeki 123 kanaldan yük gemileri her yıl milyarlarca dolar vererek geçmektedirler! Kanal geçişine sahip diğer ülkelerde de durum bundan farksızdır!
Bütün bunları göz önünde bulunduran Türkiye, her nedense anlaşmanın 28. maddesindeki itiraz hakkını kullanmak yerine, boğazlara alternatif bir projeyi, yani Kanal İstanbul’u gündeme getirerek, rahatsızlığını ve büyük ekonomik kaybının olduğunu bütün dünyaya anlatmak yolunu tercih etmiştir. Ayrıca boğazlardan beklemeden transit geçen gemilerin durumu Montrö’de düzenlenmişken, iç gemi taşımacılığı dahil %55 oranında beklemeli-uğraklı geçen gemilerin durumu ile ilgili Montrö de bir hüküm bulunmamaktadır. Bu açıktan yararlanmak isteyen Türkiye, bu gemilerin bekleme sürelerinde ödedikleri büyük miktarlarda ücretlerden kurtulmalarını tercih edeceklerini düşündüğü için bu gemilere alternatif bir yol olarak Kanal İstanbul’u önerip, hem bekleyen gemilerin çıkarlarına ve hem de kendi ekonomik çıkarlarına göre bir hamle yapmak istediğini ortaya koymuştur. İddia edildiği gibi Türkiye’nin bu hamlesi ne Montrö’yü bozmak ve ne de, dünyaya meydan okumak değildir!
Normal gemilerde bekleme süresi 14 saat ve ücreti 35 bin dolar, tankerlerde bekleme süresi 30 saat ve saat ücreti 135-140 bin dolar olduğunu düşünürsek; Türkiye’nin bu ligde amatör kümeden süper lige çıkmak istediğini çok rahatlıkla anlayabilmekteyiz. Tartışılan “su havzaları ve eko sistem” kayıpları iddia edilen boyutların çok gerisindedir.
Şimdi söyleyelim Türkiye yılda 42 bin geminin geçişini düzenlemek ve boğazlardaki yalılarında yaşayanlara yazılarına ilham versin diye mi bu geçişler için yıllık sadece 150 milyon gelir elde etmeye razı olmaktadır!
Yani tabiri caizse “posta pulu” parasına Türkiye yıllık milyarlarca dolar gelirinden göz göre göre vaz geçmektedir!
Kanal İstanbul projesi her ne kadar içe dönük bir rant projesi olarak algılanıyorsa da ki, bunda projeyi takdim edenlerin de büyük hatası vardır, esasında bu proje devletin, uluslararası arenadaki haklı rant projesidir. Dünyanın mevcut konektöründe, bu boğazları bedava kullanan, Rusya’nın da, Amerika’nın ve hatta imzacı devletlerin de elbette ki bu mesajı iyi okuyacaklarına inanıyorum.
Yoksa Türkiye artık “posta pulu” parasına, kendi toprakları içerisinde bulunan boğazları bu şekilde zengin devletlere kullandırmamalı, hakkını, hakkaniyet ölçüleri içinde almalıdır.
İşte bu kadar!