Yaşamı planlama, buna göre adım atma olanağı giderek azaldı, neredeyse kalmadı gibi. Belirli “rutinlerin” dışında devinim yeteneğimiz daraldı. Çoklarımızın yakındığı bir “kısır döngü”, irademizin önüne geçti. Karşımıza çıkan/çıkarılan gündemle, gözümüze/beynimize sokulmaya çalışılan yapaylık ve sığlıkla uğraşmaktan hızlı akan yaşamın güzelliklerinden uzaklaştığımızı düşünmeye başladım artık.
Böylesi bir hızlılık/akışkanlık içerisinde günlük ya da dönemsel konu belirleme, gündem oluşturma çabanız pek anlamlı olmuyor/olamıyor. Yaşama ilişkin ertelemeler dahası ıskaladığınız/kaçırdığınız durumlar yaşam kalitenizi düşürürken bıkkınlık ve beraberinde yılgınlık söz konusu olabilmekte. Doğanın ve insanoğlunun üretip sunduğu değerlerden ve güzelliklerden adım adım uzaklaşma/uzaklaştırma, kıyıya-köşeye çekilme, “dünya nimetlerine” sırt dönme ve “inzivaya çekilmek” çoklarında böyle başlıyor sanırım. Çok istendik, bilinçli bir yeğleme olmasa gerek.
Kanıksatılmaya çalışılan bu durum toplumsal bir karşı duruşla/koyuşla, elbette akılcı bir yönetimle önlenebilir; bu da ülkemizde oluşmadığı/oluşturulamadığı için sorun çözülemez diye kestirip atmak kolay ve ne yazık ki yaygın kabul. Ancak “siyaset” kurumunun varlığı ve özellikle daha güzel yaşama isteği, önlenemez bir güçtür. Dalgalanmalar, iniş-çıkışlar gösterse de dönemsel bocalama ve yozlaşmadan etkilense de önünde sonunda halkın gerçek temsilcileri halkın kendisi ile düzlüğe çıkıp yoluna devam edecektir.
Basit sayılan bir örnekle, türkülerin ölmezliğine ilişkin bir tarihsel gerçeklikle bu süreç somutlaştırılabilir diye düşünüyorum. Üzerimize üzerimize gelen, bizi sıkıştıran, yaşam kalitemizi düşüren ekonomik-kültürel-sosyal ve etik erozyon ve yıkım, sadece maddi ya da beyinsel savaşımla önlenemez. Direnç geliştirme, dayanma ve savaşım gücünü çeşitlendirerek çoğaltmak önemli. Tam da bu aşamada halkımızı/ulusumuzu, bu toprakları bütünleyen değerler aklıma gelir. Onları düşünürken özellikle türkülere sığınırım. Türkülerin enginliğine, derinliğine ve duygu/düşünce ufkuna kendimi bırakırım... Bir başka olgunluk kazandırır bana sazın tınısı, sözün büyüsü…Yüreğini içine katan sözlerde ozanı tanırım, duygudaşım olur… Arkadaşlıktan öte yoldaşlık gibi, kayıtsız koşulsuz… Yediğin lokmanın yarısı “türkü” der bir yanım, beni tümler; “ben” olmamı sağlar.
Benimkisi salt müzik/türkü tutkunluğu değil aslında. Bu gerekçe/açıklama eksik kalır. Kimine göre “doping”, kimine göre “yaşam iksiri”, “atılım gücü”. Bunlar çok doğru ama Anadolu insanının savaşımcı gücü, zorlukların üstesinden gelme becerisi ve bütün bu deneyimlerin bize yüklediği sorumluluk duygu ve düşüncesi pekişir belleğimde o türkülerle birlikte; kimi zaman öfke olup taşsa da beynimde de yüreğimde de bilinç olur çoğunlukla.
(………….)
“Dış” ve “üst” etkenler toplumu, dolayısıyla sizi de davranış/eylem/etkinlik anlamında sınırlar/sınırlamakta. -Burada “dış” ve “üst” sözcükleri, kavramsal olarak özgür birey/özgür toplum yaşamına müdahale edip biçimleme görevinin kendilerinde olduğunu sananlara ilişkin bir gönderme anlamında kullanılmıştır.-
Beklentileriniz, umutlarınız, özlemleriniz bir yana dayatılan ya da “sunulan” ile yetinmek, belirlenen üçgen içerisinde yaşamdan yararlanmaya, “mutlu” olmaya/görünmeye zorlanıyorsunuz. Oysa yüreğinizin, beyninizin öngörüsü/ütopyası bambaşka güzelliklere yelken açmak istemekte; deryada yüzer gibi. Konunun sadece ekonomik olmayıp, varsıllık-yoksulluk ve olanak sorunu olmadığını da dikkate alarak değerlendirmeli bu sosyal yarayı. Maddi dünyanın/yaşamın sınırlarını aşan, aşabilen bir yaklaşım, bir derinlik, bir ufuk, bir bakış gerekli bunun için.
Hemen yönetim-yönetici-devlet yani “erk” akla geliyor bu aşamada. Kuşkusuz çok belirleyici bu güç merkezi. Ancak bunları ve başka etkenleri/güçleri bir yana koyarak konuşursak birey/yurttaş kimliği ve kararlılığının daha belirleyici olduğunu kabul etmemiz gerekir. Sorunsalın temel çözümünün birey-yurttaş-toplum merkezli olduğu/olacağı tartışmasızdır. -Bu anımsatmanın zorunluluğu, bir yanıyla benim için üzücüdür de.-
“Yakınma”, “dert yanma” söyleminin politik söylem olarak zirve yaptığı, neredeyse yazın/edebiyat dili durumuna geldiği son yıllarda, siyasilerin de “çözüm” ekseninden uzaklaştığı, polemiklerle günü kurtarmaya yöneldiği ne yazık ki kabul edilmeli! Egemen siyasi anlayışın biçimsel diyaloğu, “yumuşama” ve “ılımlı” söz ve yaklaşımı, doğal ve reel olarak yükselmesi beklenen halk etkenliğini sönümlendirmek ve “sistem sağlığını” korumak çabasıdır! Nihayetinde tıkanan bir yönetim yetersizliğinin yanında dahası ötesinde bir sistemin çöküşü ve “yama” kaldıramayacağı gerçekliği ortada!
İç ve dış sorunsalların, ekonomik sosyal, bütünüyle toplumsal sorunların, artık terk edilmesi gereken bir anlayış, bir sistem konusu olduğu görülmeli. Bu saptama yapılmadan atılacak adımların çok gerçekçi ve toplumsal hasletlerimize çok uygun olmayacağı/olamayacağı görülmeli, bilinmelidir artık.
Belki siyasi önderlere -tamamına diyemiyorum! – yalnız kalarak türkü dinlemeyi önermek daha doğru ve yararlı olacaktır, bir dizi eleştiri ve yorumdan. Ben deniyorum sık sık, onlar da denesin; çok besleyici!
-Yarınlar Güzel Olacak-