Bazı filmler ve bazı yönetmenler zamanlarının ötesindedirler. Onlara zamansız kahramanlar diyebiliriz.  Rus sinemasının en önemli kadın yönetmenlerinden Kira Muratova’nın filmlerinden oluşan ‘Gölgede Kalmış Aşk’ seçkisini yıllar önce izleme fırsatı bulmuştum. 2016 senesinde Pera Müzesinin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kapsamındaki film gösterimlerinin her birini hayranlıkla izlemiştim ve sinema sanatının gücüne bir kez daha hayran kalmıştım. Bu seçkide gösterilen filmlerinden,  Kısa Karşılaşmalar, Tutkular, Astenik Sendrom, Akortçu, Üç Hikaye ve Çehov’un Motifleri. Gösterim programı içerisinde Uzun Ayrılık ne yazık ki yoktu...

Geçen hafta sonu “Uzun Veda” olarak çevirebileceğimiz ama ülkemizde “Uzun Ayrılık” adıyla gösterilen filmini izleme fırsatı buldum ve günlerdir filmle birlikte yaşamaya devam ediyorum. Sosyalist gerçekçiliğin prangalarını kıran ve yaptığı alegorik göndermeleriyle bir başyapıt olan film, Kira Muratova’nın Sovyetler dönemınde16 yıl boyunca yasaklanan ikinci filmi “The Long Farewell” ülkemizde “Uzun Ayrılık” olarak gösterilen ve pek bilinmeyen filmi, görünüşte karmaşık bir anne-oğul ilişkisine odaklanır.  Sovyet toplumuna melankolik ve yalın bir bakış atar ama daha derinlerinde politik bir destan barındırır. Parçalanmış bir aile, uzaklarda yaşayan bir baba,  anne sevgisi, kayıp ve özlemle dolup taşan film, anneliğin çilelerini çarpıcı ve duygusal bir biçimde resmettiği gibi Sovyetlerin angaje ettiği tüm zorlamalara başkaldırır.

1971 yapımı film, sansürün ve baskının hüküm sürdüğü SSCB'de 1971 yılında filme alındı ​​ancak gösterilemeden rafa kaldırıldı ve film 1987 yılında Perestroyka Döneminde gösterime girebildi.

Perestroyka, Gorbaçov bu terimi ilk kez 1986' da Tolyatti ziyareti sırasında yaptığı bir konuşmada kullandı. Perestroyka 1985'ten 1991'e kadar sürdü ve sıklıkla Doğu Bloku'nun çöküşünün ve Sovyetler Birliği'nin dağılmasının önemli bir nedeni olduğu ileri sürülmektedir.

Gelelim filme, olay örgüsü basit görünen, hatta bir olaylardan çok olgularda örülen filmde; Yevgenia Vasilyevna' nın hayatı uzun süre sadece oğlu Sasha' nın eksenin geçer, anne rolüyle o kadar meşguldür ki, işi ve oğlu dışında bir yaşamı yoktur.  Sasha büyüdükçe, ayrı oldukları baba Nikolai Sergeyevich oğluyla ilgilenmeye başlar. Yaz aylarında, oğul babasını ziyarete gider gelir ve uzaklarda yaşayan baba ile oğul arasında bir yakınlık başlar.  Sasha'nın doğa tutkusu ve aradalığı onu melankolik bir havaya sokar. Sasha,  babasının yanından döndükten sonra değişmeye başlar. Annesi, oğlunun gitmek istediğini anlar ve ancak mevcut durumda doğru şekilde davranacak kadar bilgeliğe sahip değildir. Hayatını adadığı oğlu elinden kayıp gidecektir.

Filmdeki, baba, anne, oğul arasındaki alegoriler aslında, soğuk savaş öncesi çok kutuplu dünyaya yapılan göndermelerle ince ince örülmüştür. Rusya, Ukrayna, İngiltere ve Amerika gibi ülkelerin sosyo-politik angajmanları, çekirdek bir aile dokusu içinde ince ince harmanlanır.

Bir Oğul, Baba ve Anne Üzerine Politik

Okumalar

Sasha, doğar, büyür, gelişir ve değişir. Siyah beyaz çekilen filmin daha ilk sahnesinin bir çiçekçide başlaması bu anlamda manidardır.  Sasha ile annesini bir çiçekçide görürüz. Renklerini  bilemediğiniz siklamen çiçeklerini alırlar ve aile mezarlığını ziyarete giderler. Anne Evgenia Vasilyevna'nın lise öğrencisi oğlu Sasha ile zor bir ilişkisi vardır ve bu durumu yumuşatmak için annesi oğluna, aile büyükleriyle ilgili komik hikayeler anlatır durur. Sasha annesinin tüm bu hikayelerine karşılık bile vermez. Sasha,, uzun zaman önce ailesini terk etmiş bir babası olmadan büyüdüğü için, kendisine çok düşkün olan annesinin aşırı ilgisi ona yük olmaya başlamıştır. Film mezarlıktan sonra bir Karadeniz kıyısında bir sayfiye yerinde devam eder. Sasha, biraz flörtbaz olan annesinin yaşadığı elli yaş sonrası bunalımını sessizce ve kayıtsızca izler. Yaz tatillerinde babasını ziyaret eden ve arkeolojik bir keşif gezisinde onunla birlikte çalışan genç adam, bağımsızlığını kazanmak için Novosibirsk'e taşınmak ister. Bunu öğrenen anne, Evgenia Vasilievna, Sasha'yı tutmaya çalışır ve onu daha da içine kapalı biri haline getirir.

Anne Evgenia Vasilievna,  oğlunun babası ile özel mektuplaşmalarını okumak için postane gittiği bir sahne vardır. Aslında filmin en kilit sahnesi orasıdır.

Postanedeki postalardan sorumlu memur olan Tonya, Evgenia Vasilievna'nın bir tanıdığıdır. Tonya karnı burnunda bir halde kadraja girer ve Evgenia Vasilievna'nın tüm yalvarmalarına rağmen mektupları ona vermesinin yasalara aykırı olduğunu söyler durur. Evgenia Vasilievna'nın 'Sende bir anne olacaksın Tonya' bu sözden sonra önümüzde açılmış bir paket ve okunmuş bir mektup kağıdıyla zarfını görürüz.

Sovyetler tercüme bürosunda “İngilizce Tercüme” biriminde çalışan Evgenia Vasilievna, giyinişi, konuşması, çok kültürlü yapısıyla gerçek bir dünya vatandaşıdır.  Evgenia Vasilievna, dönemine ve dünyanın çok kutupluluğuna simgesel bir karşı duruştur. Modernitenin ve şehirli ruhun bir göstergesidir. Filmin final sahnesindeki pandomim gösterisini izlemeye gittiğinde, yerinde başkalarını oturduğunu görür ve başka bir koltuğa oturmayı reddeder. Bu Evgenia Vasilievna' nın duruşundaki sağlamlığın ve kararlılığının gösterisine dönüşür. Sasha, ilk başlarda babasının yanına yerleşme konusunda kararlıdır, Annesinin aslında ne kadar yalnız ve savunmasız olduğunu anlayınca fikrini değiştirir.

Yaşamak denilen şey aslında bu değil midir? Bizi biz yapan seçimler, duruşumuz, kazandıklarımız, kaybettiklerimiz ve kaybedecek olduklarımız. Tıpkı

Kira Muratova gibi. O yaşamı boyunca sansüre direnip bildiği şeyi yaptı ve daha önce onun gibi film yapan kimse olmadı. Tavizsizdi ve kategorize edilemeyen Ukraynalı bir ikonoklasttı.  Anlatılmayan, karmaşık iç dünyaları uyandırma yetenekleriyle benzersizliğini koruyan hipnotik derecede güzel ve dışavurumcu anlayışla abartılmış filmleriyle tekil vizyonunu gerçekleştirmek için onlarca yıllık sansüre dayandı. İlk iki solo uzun metraj filmi "Brief Encounters - Kısa Karşılasmalar" ve " The Long Farewell, - Uzun Ayrılık " derin bir özlem ve şakacı bir pragmatizm karışımıyla iş, romantizm ve aile hayatında yol alan kadınların büyüleyici bir şekilde parçalanmış portreleridir. Sovyet otoriteleri tarafından uzun süre bastırılan ve sansüre uğrayan bu filmler, yapımcılarıyla birlikte efsane haline geldiler. Şimdi Kira Muratova’nın korkusuz ve özgün sanatına açıklayıcı bir giriş oluşturuyorlar.

Dünya yanı başımızda, uzun ayrılıklar, yakın düşmanlıklarla ve savaşlarla sürüp gidiyor. Bizler sade izleyicileriz ve esas oyunda oynamamıza izin verilmeyen figüranlarız. Zaman denilen oyun, gerçek yönetmenlerinden bağımsız, oyuncusuz ve başrolsüz sürüp gidiyor. Yakın düşmanlarımızla uzun ayrılıklar yaşayıp duruyoruz.