Cumhuriyet yeni kurulmuş. Memleket karanlıktan aydınlığa çıkmaya çalışıyor. Trabzon sokakları zifiri karanlık. Mazotla çalışan jeneratöre benzeyen aletlerle şehrin sadece Meydan bölgesinde birkaç sokak aydınlatılabiliyor. Makine sık sık arıza yapar. Eskiden kalma gazyağı ile çalışan sokak lambalarının yaydığı ışıklar bile aranır oluyordu. Şehrin çok büyük bir kısmı karanlığa gömülmüş, evlerden sokaklara yansıyan bir kaç mum ya da gaz lambalarından sızan ışık da sokağı aydınlatmaya yetmiyordu. 1926 yılında bu durumun şehirdeki ekonomik hayata olumlu yönde etki etmesi mümkün değildi. Birkaç kol gücüne dayanan imalatları fabrikasyon hale getirip memleket ve kent ekonomisine daha büyük katkılar sağlaması gerekiyordu.


Bu şartlarda şehrin ileri gelen tüccar ve yöneticileri elektrik üreten bir tesisin olması yönünde görüş birliğine varır. Trabzon Elektrik Türk Anonim Şirketi, elektrik üretmek amacıyla kurulur. Kuruluşundan hemen sonra 1926 yılında Visera Hidroelektirik Santralı’nın inşaatına başlandı. Akçaabat'ın bugün ismi bir zamanlar belediye olan Işıklar Mahallesi’nde kurulan santral 1929 yılında elektrik üretmeye başlar. Zamanın belediye başkanı olan Gazazzade Hüseyin Efendi’nin şehrin önde gelen tüccar ve banka yöneticilerini bir araya getirerek kurulan şirketin başkanlığını da Nemlizade Sabri Efendi yapıyordu.

Elektrik 512 direkle Trabzon’a taşındı.
Alman, Fransız, İtalya ve Türk şirketinin işbirliği ile kurulan santral Trabzon’a elektrik iletimi için 32.400 metrelik hava hattını kullanmıştır. Hava hattının telleri 512 direkle birlikte vilayet merkezine iletilmiştir. Böylelikle Türkiye'de ilk elektrik kullanılan ilçelerden biri Akçaabat, illerden biri de Trabzon olmuştur.

İlk abone sayısı bini geçmemişti.

Santralın ilk abone sayısı 1929’da, 1000 iken 1943’te ise 4000 olmuştur. İlk yıllarda abone sayısının az oluşu yüzünden gelirin de sağlanamaması şirketi zor duruma düşürüyordu. Hani eskiler sokak lambası altında ders yapardık diye o zor günlere ait anılarını anlatırlar ya. Belediye sokakları aydınlatıcı lambaları takmıştı. Fakat halkın ekonomik durumu her eve elektrik çekmeye uygun olmuyordu. O anılar da o günlerden kalma olmalı.

Şirkette bu sıkıntılar yaşanırken, Atatürk’ün 1930’da Trabzon ziyaretinde konu kendisine aktarılınca Başbakan İsmet İnönü’ye telgraf çekerek, sıkıntının giderilmesi yönünde talimatta vermişti. Sonrasında şirket Belediye’ye, 1970’te Elektrik Kurumu’na devredilmiş. 1990 yılındaki sel felaketinde büyük bir tahribata uğrayan santral onarımdan geçirilir. 2000’li yıllarda özel sektöre devredilir. Özel bir şirket kurularak elektrik üretmeye başlayan Visera Hidro Elektirik Santrali yıllar sonra yine özel sektör eliyle üretimine orijinal makineleri ile devam etmekte.


Yeri, binası, konumu, orijinal makineleri ile yaklaşık bir asra yakın hizmet veren santral Anıtlar Kurulu’nca da tescil edilerek tarihi vasfa kavuşmuştur. Bu haliyle ziyarete açık bir tesis olarak çevresiyle birlikte ilk Nehir Tipi Hidro Elektrik Santrali orijinal haliyle tur güzergâhında yer alarak turizme de kazandırılabilir. Kaldı ki Çal Mağarası, Haçkalıbaba Yaylası, Kayabaşı Yaylası gibi turistik rota üzerinde bulunan tarihi santral, turistlerin ilgisini çekebilecek bir yer olarak planlamaya alınabilir.

***

BİR NESLE YARDIM DİYE YAVAN ABD SÜT TOZU İÇİRDİLER

1960’lı yıllardı. Biz son zamanlarına yetişmiştik belki de. Ne bilebilirdik ki 1948 de ABD ile bir antlaşma yapılmış. Adi Marshall Yardım Antlaşması. 16 Avrupa ülkesi ile birlikte Türkiye de bu yardım antlaşmasından yararlanacak. İkinci Dünya Savaşı bitmiş. Dünyada ekonomik durum çok sıkıntılı. İki kutuplu dünyada ABD ve Rusya birbiriyle güç savaşı içinde. Rusya komünist bir rejimle yönetiliyor. ABD komünizmin yayılmasını önlemek ve Rusya'nın etkisini kırmak gerekçesiyle ittifak yaptığı ülkelere yardım yapıyor. Bir nevi iki kutuplu dünyanın bir başka tarafı olarak dünya liderliğini bırakmak istemiyor.
Türkiye o yıllarda ne hikmetse gıda yardımı adı altında süt tozu gibi daha önce Türk halkının tanımadığı bir içecekle tanışmıştı. Trabzon’da Hacıkasım Mahallesi, Aldıkaçtı Sokak’ta oturuyoruz.

Haliyle yanı başımızda bulunan Kurtuluş İlkokulu’nda okuyoruz. Köyden tereyağımız, sütümüz, yoğurdumuz da geliyordu. Nedir bu süt tozu? Sütün kendisi dururken, neden tozunu içmeye mecbur bırakılıyorduk? Önceleri bir anlam verememiştik okullardaki koca koca kazanların varlığına.

Meğerse bu kazanlarda tozundan süt yapıyordular. Bir de “nene” diye seslendiğimiz kara giysili yaşmaklı kadınlar vardı kazanlarla ilgilenen.

Kara giysileri bugünkü deyimiyle “hijyen” içinmiş meğer. Nenelerin o koca kazanlarda süt tozundan “süt” yapıp evden getirdiğimiz ikide bir düşüp kırılmasın diye bize ailemizde alınan çoğu demirden bardaklarımıza sütleri dökmekle görevli olduklarını öğrenmiştik daha sonraları. Süt dağıtımında hepimiz meraklı gözlerle ne olduğunu anlamaya çalıştığımız süte benzeyen sıvıya bakarken, içimizden bu nedir, içilir mi diye geçiriyorduk. Ağır bir kokusu, süte benzer ama asla süt olmayan bir tadı vardı. Aslında okula adım atar atmaz koca binaya sinmiş kokusundan tiksinirdik.

İçmek mecburi idi. Önceleri zorla filan içer gibi yapardık. Sonraları ise bulduğumuz özel yöntemlerle sütümüzü içmeden çoktan bitirmiş olurduk! Zaten çoğu öğretmenimiz de vaziyeti bildiklerinden görmezden gelirdiler bu durumu. Bir de ekmek dağıtımı vardı. O daha eğlenceli idi. Kurtuluş İlkokulu’nun hemen yanı başında bulunan fırında pişirilen ekmekler sıcağı sıcağına okula getirilip kesilerek hepimize dağıtılırdı. O ekmeğin de içinde bir şeyler var mıydı bilemedik ama sıcak sıcak fırın çıkışı elimize tutuşturuldukları için mi olacak bilmiyorum ama çok lezzetli idiler.
Bir müddet sonra o kara giysili neneler görünmez oldu. Beşinci sınıf çocuklarına, “Oğlum şu kazanın bir kulpundan da sen tutuverir misin?” diye seslenen nenelerin gidişi ile Amerikan süt tozlarından elde edilen sütlerin içim seremonileri de sona erdi.


İçmedik mi? İçtik.
İçinde sütten elde edilmiş süt tozlarından başka bir katkı maddesi var mıydı? Bilmiyorduk. Sağlıklı bir nesil mi yetişsin mi istiyordu ABD? Sanmıyorum. Bildiğimiz bir şey vardı. Elin adamı, senin iyiliğini düşünmezdi. Halbuki o yıllarda meralarımız, yaylalarımız köylerimiz hayvancılığa çok uygun bir durumda idi. Nüfusta kırsal ağırlıklı idi. Köyünde yaylasında süt ve süt ürünlerini yeterince tüketen çocuklara, Amerikan Süt Tozu dayatmanın alemi neydi acaba?

1948’lerde başlayan Türk çocuklarının süt tozu içme macerası 1970’lere kadar sürmüştü.
Ne demişti Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk: “Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşamak isteyen toplumlar önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkûmdur.”