Yaşları, isimleri önemli değil… çocuklar ağlıyor bir yerlerde…
Belki korktukları, belki istismar edildikleri, belki yiyecek bir parça ekmek bulamadıkları, belki de oyuncakları kırıldığı için… ama şu an dahi, bayram coşkusunun çok uzağında binlercesi ağlıyor 23 Nisan’ın anlamına varamadan!..
Elleri yumuk yumuk, ağlamaktan bitap düşmüş gözlerini ovuşturuyor,
Bilemediğimiz bir yerlerde, içini çeke çeke bir çocuk ağlıyor,
Akan burnundan utanmayı henüz öğrenmemiş!.. içinden geldiğince,
Kendisine kader diye dayatılana isyan edercesine ağlıyor. Özgürce!..
Oysa, dünyada çocuklara armağan edilmiş ilk ve tek bayramın sahibi çocuklarımız, salt 23 Nisan’lar da değil, yaşamları boyunca ve hayatın her alanında Özgür – Eşit ve Gönenç içinde, Tasa ve Kıvanç birlikteliğinde bir arada yaşamaya hak sahibidirler.
Dünyada ilk ve tek Çocuk Bayramına sahip olmanın haklı gururunu yaşayan Türkiye, ne yazık ki Ata’sından armağan bu anlamlı bayrama da “ Yurttaşlarımızın yüreklerinde var olan alternatif etkinlikler ve özel kurum kutlamaları hariç” yeterince sahip çıkamıyor. Günün anlam ve önemine ilişkin TBMM de ki özel gündemli toplantıda ilk kez “ Atatürk ve Silah Arkadaşları” anılmayıp, “tüm tarihi şahsiyetler” diyerek geçiştiren Meclis başkanı İsmail Kahraman’ın bu tutumu yurttaşlarımızı derinden yaralamıştır.
23 Nisan günü başta Ankara olmak üzere Türkiye’nin tüm illerinde düzenlenen törensel etkinlikler… bir kaç dakikalığına kıskançlıkla devredilen koltuklar, çocuklara yöneltilen sorulara yapılan yakışıksız müdahaleler ve “ Çocukların aydınlık geleceğin muştucusu “ olduğuna dair atılan, ama anında uçup giden hamaset yüklü nutuklar…
Diğer yanda; ucuz işgücü olmaları, sosyal güvenlik maliyetlerinin bulunmaması nedeniyle çocuk işçiler… şehvet salyalı kucaklara layık görülen çocuk gelinler ve nice “ayak takımı” çocuklar…Bizim çocuklarımız.
İster “geçiş” dönemi deyin, ister “dönüşüm” rövanşist kavrayışlı, farklı bir dönemin içinden geçtiğimiz açıkça görülüyor.
Sistemler, değer yargıları, alt-üst oluşlar… ve dünyanın dört bir yanında insanlar daha çağdaş, daha insani arayışlar peşinde nefes nefese koşuştururken ,
Bizim kulvarda; sözüm ona yönetenlerin, her geçen gün daha bir depreşen koltuk sevdalarıyla sarmal yönetim zafiyetine tanıklık etmek payımıza düşen oluyor.
Yasama ve yürütmeyi sıkı sıkı elinde tutup, Yargıya müdahaleyi görev bilen anlayışın, işler sarpa sarınca geriye çark edip, çözüm makamında olduğunu unutturmaya çalışması anlaşılır değildir. Kuşkusuz devlet yönetmek; özellikle de Demokratik, Laik, Sosyal bir Hukuk devletini yönetmek kolay değildir…
Bilgi gerektirir, Birikim gerektirir, Liyakat gerektirir özellikle de Kararlılık gerektirir. Yoksa hukuku yok sayıp fiili durum dayatmak, bir yerde dediğini diğer yanda yalanlamak… Cumhuriyetin kazanımlarından paşalar gibi yararlanırken, kurucularıyla sürekli hesaplaşmak, devlet yönetmekten öte, ancak bir başka ödevlendirilmenin adı olabilir!..
Görülen odur ki; Türkiye, dış dinamikler ve iç çelişkilerin zorladığı tarihsel bir eşikten geçmektedir. Ancak siyasi beklenti ve öngörülerin;
En olmayacak denilen zamanlarda kitleler tarafından, beklenmedik ölçüde şaşkınlık yaratan tepkiler verildiği, enteresan bir süreçle iç içe olduğumuz gerçeği de göz ardı edilmemelidir.
Sonuçta… halkımızın engin sağduyusu ve yanılmaz feraseti, Cumhuriyete ve kurucu babalarına olan bağlılığıyla her zaman olduğu gibi çözüme ilişkin en “ Son Nokta” yı koyan olacaktır.