33 yıllık Abdülhamit iktidarı döneminde; sürgüne uğrayan, tutsaklık gören ve dışlanan düşünceler, İttihat Terakki ile istibdata son verdiklerini düşünüyorlardı.

Hürriyet (Meşrutiyet) sayelerinde gelmiştir ve sayelerinde Osmanlı kurtulacaktır. Buna inanmışlar ve geniş bir kitleyi de böyle bir umudun içerisine sürüklemişlerdir.

İttihatçılar, Hürriyet adını verdikleri “Yeni deviri” çok kısa aralıklarla gerçekleştirdikleri hamlelerle kurmayı başardılar:

13 Nisan 1909 (31 Mart 1325) Hareket ordusu idareye hakim olur.

25 Nisan 1909 sıkı yönetim ilan edilir.

27 Nisan 1909 Meclis II. Abdülhamit görevden alınır.

Beklenen oydu ki ittihatçılar, o zamana kadar yokluğundan şikayet ettikleri; hürriyet, adalet, eşitlik ve kardeşlik ilkelerine sadık kalsınlar.

Oysa yeni dönemin açılışı Yıldız Sarayı’nın yağmasıyla başladı

Ve 29 Nisan 1909 Yıldız Sarayı yağmalanır.

Sarayın dökümü mümkün olmayan mücevherleri, ölçüsüz serveti yağmalandı. Perdelerinin, koltuk ve kanepelerinin bile yağmalandığını söyleyelim gerisini siz tahmin edin.

Öyle bir yağma ki kimin neyi aldığı bile ortaya çıkmadı.

Ya şu yağmaya ne diyeceksiniz? Sarayın Bendeganı, Mabeyincileri ve saraydan ekmek yiyen yüzlerce insan, ellerine geçirdiklerini ceplerine atarak sıvıştılar. Onlar için bir gerçek vardı, “Kral öldü, yaşasın yeni kral”

 Tam burada belirtmeliyim ki bu yağmadan sadece Yıldız Kütüphanesi kurtulabildi ki, Kütüphane Osmanlı’nın en değerli kültür hazinesiydi. Bu büyük hazine Kütüphanenin müdürü Kalkandelenli Sabri Efendi’nin cesaretiyle kurtulabilmiştir. Sabri Efendi kütüphanenin eşiğine yatıp, “önce beni çiğneyin” diyerek tarihi bir duruş sergilemiştir.

Yıldız Sarayı yağmacıları, II. Abdülhamit muhalifi Tevfik Fikret’i bile çileden çıkartmış, hem iktidardakilerin hem yağmacıların aç gözlülüğünü haykıran meşhur şiirini yazmıştır.

Yiyin efendiler yiyin, bu doyumsuz sofra sizin,

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

***

Hürriyet (Meşrutiyet) önce normalleşmeyi sağlayacak, sonra da yeniden yapılanmayla Hasta Adam Osmanlı’yı ayağa kaldıracaktı. Ancak İttihat Terakki, güncel, ulusal ve evrensel politikalar oluştururken II. Abdülhamit karşıtlığından kurtulamadı. İntikam duyguları normalleşmeyi engelledi.

***

Devri Sabık yaratmak, geçmişe abanarak gelecek kurmak hayali şüphesiz ki Osmanlı’yı kurtaramayacaktı. Soluğu dünya savaşında aldık.

***

Ve sonra Keskin bir İttihat Terakki düşmanlığı başladı, yani başka bir devri sabık. Tek suçlu vardı ve o İttihat Terakki idi. Artık bütün kötülüklerin anası bulunmuştu.

***

Bu gel-gitlerimiz, takındığımız siyah ya da pembe gözlükler tarih okumalarımızın bilimsel olmasını engelliyor. Böyle olduğu için ne sansürü ne de yağmayı doğru okuyamıyoruz. İnandırıldığımız alanlarda patinaj yapmaya devam ediyoruz. Tarih, bir çukur ya da bir zirve yaratmamız ve ona keskin bir inançla bağlanmamızı sağlamak için var olan bir bilim dalı değildir. Onda Abdülhamit’in ve İttihat Terakki’nin bütün renkleri vardır... Ve bütün renkler bizimdir.