Tarih boyunca medeniyetler, bireyler ve devletlerarasındaki ilişkileri düzenlemek için iki temel araç kullanmıştır: hukuk ve güç. Hukuk, toplumun düzen içinde işlemesini sağlayan kurallar bütünü iken, güç ise bu kuralların uygulanmasını ya da ihlal edilmesini sağlayan bir araç olarak karşımıza çıkar. Peki, hangisi daha değerlidir? Tarihten örnekler ışığında bu soruya cevap verelim;
Hukukun güce karşı üstünlüğünün en bariz örneklerinden biri Roma İmparatorluğu’dur. Roma, sadece askerî zaferleriyle değil, aynı zamanda hukuki mirasıyla da dünyaya yön vermiştir. “On İki Levha Kanunları” ile bireylerin haklarını güvence altına alan Roma, hukukun yazılı hale getirilmesi ve herkes için bağlayıcı olmasını sağlayarak bir düzen kurmuştur. Bugün dahi modern hukuk sistemleri Roma hukukunun temellerinden beslenmektedir.
Benzer şekilde, Magna Carta (1215) da hukukun güce karşı zaferine işaret eden önemli bir dönüm noktasıdır. İngiltere Kralı John, soyluların baskısıyla bu belgeyi imzalayarak, kralın bile hukuk karşısında sınırsız yetkiye sahip olmadığını kabul etmiştir. Bu olay, mutlak monarşilerin zayıflamasına ve anayasal sistemlerin doğuşuna zemin hazırlamıştır,
Öte yandan, güç kullanımının kısa vadede etkili ancak uzun vadede sürdürülemez olduğu birçok tarihi olayda görülmüştür. Cengiz Han ve Moğol İmparatorluğu, olağanüstü askerî dehası ve acımasız gücüyle devasa bir coğrafyaya hükmetmiştir. Ancak Moğollar, fethettikleri topraklarda uzun vadeli bir hukuk sistemi inşa etmek yerine, yönetimi büyük ölçüde askerî baskıya dayandırmıştır. Bu nedenle Moğol İmparatorluğu, torunları arasında bölünmüş ve zaman içinde zayıflayarak, yıkılıp gitmiştir.
Fransız Devrimi’nin Terör Dönemi (1793-1794) de gücün hukuka üstün gelmesinin yıkıcı sonuçlarına örnektir. Başlangıçta eşitlik, özgürlük ve kardeşlik idealleriyle başlayan devrim, Jakobenlerin iktidarı ele geçirmesiyle binlerce insanın idam edildiği bir terör dönemine dönüşmüştür. Hukuk yerine şiddetin hakim olduğu bu süreç, halkın büyük tepkisini çekmiş ve Jakobenlerin kısa sürede devrilmesine yol açmıştır.
Hukuk ve güç arasında mutlak bir karşıtlık kurmak yanıltıcı olabilir. Tarih, hukukun tamamen yok sayıldığı güç kullanımlarının çöküşe sürüklendiğini, ancak hukukun uygulanması için belirli bir güç mekanizmasının da gerekli olduğunu göstermektedir. Örneğin, II. Dünya Savaşı sonrası kurulan Birleşmiş Milletler (BM), uluslararası hukukun üstünlüğünü savunurken, aynı zamanda barışı koruma görevlerinde askerî gücü de devreye sokarak dengeyi sağlamaya çalışmaktadır.
Ayrıca, Osmanlı İmparatorluğu’nun “Kanun-u Kadim” geleneği, padişahların bile hukuka tabi olduğunu gösteren önemli bir uygulamaydı. Osmanlı’da gücün keyfi kullanımı yerine, hukuk sistemine dayalı bir yönetim anlayışı vardı. Ancak zamanla hukuk sistemi zayıflayıp keyfi yönetim ön plana çıktığında, imparatorluğun çöküş süreci hızlanarak, Moğollar gibi yıkılıp gitmişlerdir,
Tarih, gücün anlık zaferler getirebileceğini, ancak kalıcı medeniyetler kurmak için hukukun üstünlüğüne ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir. Roma’dan Osmanlı’ya, Magna Carta’dan Birleşmiş Milletler’e kadar pek çok örnek, gücün hukuka tabi kılındığında toplumların daha istikrarlı ve refah içinde yaşadığını ortaya koymaktadır.
Bu nedenle, kısa vadede güçlü olan kazanabilir, ancak uzun vadede kazanan her zaman hukuk olacaktır.
Bu bağlamda; hukuk ile gücün yarıştırıldığı ülkemizde, iktidarın bu yaşanmışlıklardan ders almasını bekleme hakkımızın olmasına rağmen, gelişmelerden ve inanılmaz uygulamalara bakınca umudumuzun zayıfladığını da bir vatandaş olarak üzülerek belirtmek istiyorum.