Yolun büyük bir kısmını yürümüş biri olarak, hayata dair öğrendiğim en temel şey, her şeyin geçici olduğu… Gidenlerin ardından kalanın bir boşluk değil, aslında bir farkındalık olduğunu gördüm. Her yokuşun bir inişi, her başlangıcın bir sonu olduğunu öğrendim. Ama en çok da zamanın değerini… Zaman, insana verilen en kıymetli hazine; geri getiremeyeceğimiz, yeniden yaşayamayacağımız bir an bile yok. O halde, içinde bulunduğumuz anı anlamlı kılmak gerek; sevgiyi, ahlaki, kültürü, medeniyeti insan olmanın erdemlerini yaşamak ve yaşatmak gerek.
Gülmek ve gülümsemek bu kadar güzelken neden matemi hüznü reva görüyoruz kendimize. İnsan, insanla güzel! Hayat, iyilikle ve paylaşmakla anlam kazanır. İnsan, yalnızca kendi mutluluğunu değil, ailesini, dostlarını, çevresini, hatta tüm insanlığı mutlu etmeye çalıştığı ölçüde insandır.
Sevgi, yalnızca bir duygu değil; bir duruş, bir eylemdir. Sevgi, acıyı kucaklamaktır; soğuğun içinde sıcak bir umut bulmaktır. Sevgi, baharı hayal ederken zemheriye dayanabilmektir. Fedakârlığın, samimiyetin, içtenliğin ve inancın adıdır sevgi. Beklentisiz, hesapsız bir şekilde var olmaktır. Sevgi, hayatı bir bütün olarak kabul etmektir; hem güzelliklerini hem de zorluklarını…
Ama bir bakın çevrenize… Sevginin eksikliği nasıl da her şeyi çirkinleştiriyor! Şiddet, öfke, kin, çıkar menfaat makam hırsı… Bunlar insanı insandan uzaklaştırıyor. İnsanlık, birbirine köprüler kurmak yerine duvarlar örmekle meşgul. Oysa birbirimizi anlamaya çalışsak, iyilikte yarışsak, farklılıklarımızı zenginlik olarak görsek hayat ne kadar güzel olur. Kültür ve medeniyetimizin sevgi pınarlarından Mevlana’nın dediği gibi: “Sevgide güneş gibi ol, dostlukta akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol.” Peki, biz gerçekten bu öğüdü hayatımıza geçirebiliyor muyuz?
Unutmayalım ki ölüm dışında her şeyin bir çaresi vardır. İnsan aklı, iyilik için kullanıldığında mükemmel işler çıkar ortaya. Sahip olduğumuz düşünce gücünü ve hayal dünyasını güzelliklerle bezemek elimizde. Sormak gerekiyor: Nedir bu dünyada bölüşemediğimiz? Üç kuruşluk dünya hırsına gerçekten değer mi? İnsanlık tarihine bir bakın… Kim sonsuza dek bu dünyada kalabilmiş ki?
O halde gelin, sevginin ipine sımsıkı sarılalım. Önce kendimizi, sonra çevremizi iyileştirelim. Yunus Emre’nin dediği gibi, “Ben gelmedim dava için / Benim işim sevgi için / Dostun evi gönüllerdir / Gönüller yapmaya geldim.” Biz de gönüller yapmaya niyet edelim. İnsan olmanın şerefine layık şekilde yaşayalım.
Hacı Bektaşi Veli’nin şu sözleri, insan olmanın özünü ne güzel anlatır: “Madde karanlığı akıl nuruyla; cehalet karanlığı ilim nuruyla; gönül karanlığı aşk nuruyla aydınlanır.” Biz de gönlümüzü sevgiyle, aklımızı ilimle, yaşamımızı iyilikle aydınlatalım. Unutmayalım, başkalarının mutluluğunu istemek, kendi mutluluğumuzun da anahtarıdır.
O halde, ömür yolumuzu sevgiyle, iyilikle, güzellikle boyayalım. Mevlana’nın dediği gibi: “Ay vurmuyorsa yüzüne, güneş vurmuyorsa pencerene, kabahati ne Ay’da ne Güneş’te ara. Gözlerindeki perdeyi arala.” Çünkü her şey, insanla ve sevgiyle güzel. Ne güzel bir ikili insan ve sevgi…