Bazen bir haber okuruz, yüreğimiz burkulur. Bazen bir görüntü düşer ekranlara; insanlığımızı sorgularız. Ama sonra… Küçücük bir iyilik görürüz ve içimizdeki umut yeniden canlanır.

İşte tam da bu ruh hâli, içinde bulunduğumuz çağın tarifidir. Adını koymadık ama hepimiz hissediyoruz: Bu çağın adı yorgunluk çağı. Ne ekonomik kriz, ne savaşlar, ne afetler… Asıl yorgunluk; vicdansızlıktan, ilgisizlikten, yabancılaşmadan geliyor.

Birbirimize selam verirken bile göz kaçırıyoruz artık. Güvenmek zor geliyor. Sokakta yürürken değil yardım istemek, göz göze gelmek bile lüks oldu. Sanki görünmez duvarlar örülmüş aramıza.

Ama ben hâlâ inanıyorum. İçimde küçük ama sönmeyen bir umut var. Çünkü bu toplum, nice badireleri birlikte atlattı. Sadece tarih kitaplarında değil; geçen yıl yaşanan sel felaketlerinde, depremde, Filistin’de yaşanan zulme gösterilen vicdani tepkilerde, Trabzon’un bir köyünde ihtiyaç sahiplerine organize edilen yardımlarda hâlâ o birlikte iyileşme gücünü görebiliyoruz.

Bir bakıyorsunuz, Anadolu’nun bir köyünden bir çocuk, kumbarasını Gazze’deki çocuklara bağışlamak için kırıyor.
Bir bakıyorsunuz, KTÜ öğrencileri, deprem bölgesinde hâlâ konteyner okulda çocuklara kitap okuyor.
Bir bakıyorsunuz, sosyal medya linç kültürünün ortasında biri, sessizce bir yaşlının elinden tutuyor.
Belki bu davranışlar ekranlara çıkmıyor. Belki manşet olmuyor. Ama bizi ayakta tutan, işte bu görünmeyen bağlar.
İsmini koymak gerekirse: kolektif bilinç.

Kulağa akademik gelebilir ama aslında hepimizin içinde saklı bir güçtür bu. Birlikte ağlayabilmek, birlikte gülebilmek, ihtiyaç anında bir kap yemeği komşuya götürebilmek… İşte bizi millet yapan da budur.

Ne yazık ki son yıllarda bu bilinci biraz unuttuk.
Çünkü:
– Kötü haberler bizi duyarsızlaştırdı.
– Siyasetin dili bizi kutuplaştırdı.
– Ekonomik sıkıntılar paylaşma gücümüzü zayıflattı.
– Sosyal medya, vicdanın yerini tepkisizliğe bıraktı.

Ve yalnızlaştık…
Yalnız kalan insan güvenemez, sevemez, dayanışamaz.

Ama umut hâlâ yaşıyor.
Kolektif bilinç yok olmadı, sadece sessizleşti.
Doğru sesi, doğru dokunuşu, doğru yüreği bekliyor.

Ve bugün o yüreklere hâlâ rastlayabiliyoruz:
Bir öğretmen, dağ başındaki okulda kitaplık kuruyor.
Bir kadın, hiç tanımadığı bir annenin doğum masrafını karşılıyor.
Bir genç, ayakkabısını çıkarıp sokakta yalınayak gezen bir çocuğa veriyor.
Bunlar belki görünmüyor ama hissediliyor.
Çünkü büyük değişimler, hep küçük ve samimi adımlarla başlar.
Umut, bağıranların değil, sessizce iyilik yapanların kalbinde yaşar.

Şunu unutmayalım:
Biz bir araya geldiğimizde güçlüyüz.
Çünkü biz sadece aynı coğrafyada yaşayan insanlar değiliz; aynı hikâyeyi yazan bir milletiz.

Ve bu hikâyenin en güzel cümlesi şu olabilir:
“İnsan insana iyi gelir.”

Vicdanla, dayanışmayla, birlikte iyileşerek…
Bu çağın karanlığına karşı en güçlü cevabı yine insanlığımızla verebiliriz.

Kemal ÖZDEMİR