İnsan her zaman aynı kalmıyor, biliyorum. Gerçeği bildiğin halde susarsın bazen; doğrular sende olsa da yalanları dinlersin. Hatır, vefa, gönül bilir; haddini aşmazsın. Bilmediğini bilmek, bilmekten daha zordur bazen. Olan bitenin farkında olsan da sessiz kalırsın. Düzen bozulmasın, alışkanlıklar yerli yerinde kalsın, kimse yorulmasın diye içten içe sen yıpranırsın, tükenirsin. Her şeyi idare etme sanatıyla yanar tutuşursun.

Bu sahnede herkesin bir rolü var: Kimi işgüzarlığından, kimi mecburiyetinden, kimi hislerini kaybetmişliğinden, kimi omurgasızlığından, kimi de dalkavukluğundan. Bazen değersizleştiğini hissedersin, alıp başını gidersin dağlara, ovalara, uçsuz bucaksız diyarlara. Güvenin viraneye dönmüş, girdaplarda çırpınır, düşe kalka azimle devam edersin.

Bir çağdayız ki, İ.H. Gündoğdu’nun dediği gibi: Toplum sanatsız, insanlar hadsiz, menfaat zirvede, gönül kayıp, akıl bitkisel hayatta, ruhsuz bir boşlukta. Belki de kendini attığın bir yer var; kimsenin bilmediği, sürgün sanılan ama aslında dinlendiğin bir sığınak. İyi ki vicdan var. Belki de gönüllerde hapsedilen devasa buzullar eriyecek. Ama bazen ayaklarda derman, ciğerlerde nefes tükenir. Yazmak istersin ama kalem kâğıt yetmez. Kader ile keder arasında sadece bir harf olduğunu nereden bilecekler?

En güzel eserler, en beklenmedik anlarda çıkar karşına. Hayat, artık dört değil, çok bilinmeyenli bir denklem. Zamanın umulmadık yerlerde karşına çıkacağını anlamak kolay değil. Bu çağı anlamaya çalışsam aklım bulanır, anladığımı anlatsam dinleyeni bulmak zor.

Bilemiyoruz yaşatmanın yaşamaktan daha erdemli olduğunu. Çağın hastalığına yakalanmışız. Sahte ve kokuşmuş kalabalıklar arasında, kartondan makamlar; paraya adananlar, aşktan, gönülden, adaletten ve vicdandan yoksun olanlar öne çıkıyor.

Ah, bu çağ bir vahşet çağı, bir dehşet çağı! İnsanlık yok olmuş, alçaklık tahta çıkmış. İsrail, Filistin’de katliam yapıyor; aylardır, yıllardır durmaksızın. Bizse, bu çağın anlaşılmaz insanları, durdukça duruyoruz. Ama en alçağı hiç durmuyor.