“Ama en büyük olan, zorlukların üstesinden gelmeye yardımcı olan, gelenek ve ahlakın yarattığı kısıtlamaları birleştiren ve gevşeten şey sevgidir. Aşk mücadeledir, mutluluktur, cesaret kırıklığıdır, umutsuzluktur, umuttur, istediğimiz her şeydir ama aşk olmadan biz makineleriz.”

Moa Martinson

Aşk, Balık ve Umut

Mevsimlerden yazdı ve aylardan Ağustos. Vaxholm'da bir balıkçı kulübesindeydik. Kahvelerimizi içmiş, tatlılarımızı yemiş ve uzun uzun çene çalmıştık. Bazen susmuş kıyıda yüzenleri, gidip gelen kalabalıkları izlemiştik. Mekandan ayrılma vakti gelince biraz buruk ama huzurla masamızı terk etmiştik. Çıkarken kapının solunda merdivenler olduğunu fark etmiş merdivenleri ağır ağır tırmanmıştık.

Geçmiş zaman ve ben beraberce çatı katında birikmiş balıkçı malzemelerine baktık. Yıllanmış örümcek ağları gibi duvarlardan sarkan balık ağlarına, oltalara, eskimiş balık kasalarına ve balıkçı fenerlerine. İsveç malı Optimus lüküs lambası bize aşkı, balık kokusunu ve umudu anlatırdı. Başka ülkelerden gelen fenerlere bakarken, yanmamış bir deniz fenerleriydi kalplerimiz.

Vaxholms Hembygdsgårds Café'de, Kuzeyde, Stockholm'deydim. Buraya şehirden birazcık kaçmak ve fika yapmak için gelmiştim. Malum fika, İsveçlilerin modern kültüre yeni katkıları. Fika-Kafe’nin tersten yazılışı ve okunuşunu söylenişiyle birleştirmişler ve ortaya bu adlandırma çıkmış. Fika, uydurulan bir kelime. Kısacası fika, dostlarla birlikte kahve kaçamağı yapmak demek. İsveçliler artık sık sık ‘hadi gel bir fika yapalım, fikayı nerede yapalım, bir fika mi yapsak?’ gibi sorularla aslında sosyalleşmek için bir gelenek uydurmuşlar. Şehrin biraz dışında olsak bile burası binalarının ve sokak dokusunun sevimliliği dışında klasik bir İsveç kasabası. Vaxholm, hem İsveçlilerin en hem de turistlerin popüler “fika” mekânı. Kafe bir balıkçı evinin tam yanındaki bir binanın içinde kurulmuş. İçerisinde fırından yeni çıkmış İsveç’in geleneksel pastaları ve tatlıları taptaze sizleri bekliyor. Kanelbullar-İsveç’in meşhur tarçınlı çöreği ve semlor, kakuleli ekmek içinde badem şeker ve krema içeren tatlısı. Kafede daha pek çok pasta sizi bekliyor. İçeriye girer girmez kakuli, tarçın ve taze mayalanmış ve pişmiş pastaların kokularıyla sarhoş oluyorsunuz. Kahvenizi ve pastanızı alıp sahilde yüzen insanları, yelkenlileriyle bir düş zamandan ve mekandan bağımsızlaşıp doğduğunuz coğrafyaya doğru bir yolculuğa başlıyorsunuz.

Rüzgârda yol alan yelkenli gemiler sizi antik zamanlara ve limanlara getiriveriyor. İlk soru şu oluyor, baharatlın para yerine geçtiği antikite zamanından bu yana. Bizler neden bu tatlar ve kokular, yemeklerinizi ve tatlılarımıza kadar sinmemiş? Mutfağımızın bu baharat kokusu yoksunluğu neden? Aklıma İsveç Kralı Demirbaş Şarl (XII. Karl) ve Osmanlı Sarayı geliyor. Acaba neden bizde olanı, kahveyi ve baharatı korumayı,  kullanmayı ve geliştirmeyi bilmiyoruz. Neden kültürümüzü başkalarında görüp hevesleniyoruz? Bir ülkede, bir adada, bir balıkçı kulübesindeydik, aşktan, balıktan ve umuttan konuştuk. En çok ortak damak tatlarımızdan... Sönmüş balıkçı fenerleriydi kalplerimiz ve aşk yakılmayı bekliyorlardı.

Gelecek Yazı: “Bu ne kalabalik” Ünlü İsveç köftesi, Lahana Dolması ve Demirbaş Şarl