“BEKA SORUNU”
Çok sık duyar olduk değil mi?
Öyleyse anlamaya çalışalım, nedir beka?
Ölümsüzlük, ölmezlik, kalıcılık anlamları içeren bu kelimenin yanına “sorun” kelimesi eklendiğinde; artık, endişe veren cümleler de peşi sıra gelecek demektir.
***
Türk Milleti, Kasım 1918’ den itibaren tarihinin en büyük “Beka sorunu” ile karşı karşıya kaldı. Zira Mondros Ateşkesinden sonra, İtilaf devletleri (İngiltere, Fransa, İtalya) ülkemizi dört koldan işgale koyuldular.
Ermeni ve Rum çeteleri yol açıyor, yerli işbirlikçilerse işgalcilere paspas oluyorlardı. Durumdan yararlanmak isteyen eşkıyalar, feodaller de cabası.
Düşünün ki İstanbul, beş yıl işgal altında kalıyor ve işgalciler, Türklerin geldikleri yere yani, Orta Asya’ya sürgün edilmeleri gerektiğini açıkça dillendiriyorlardı.
Tarihin bu en rezil işgali karşısında, Türk Milletinin hiçbir ferdi ülkesini terk etmedi. Terk etmek ne kelime, Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde tarihin en destansı direnişini gerçekleştirdiler.
Korkmadılar; zira her biri, kendini Anadolu şafağının “Al sancağı” ve yurdun sönmeyecek ocağı olarak görüyordu. Onlar, beka davamızın “Ölümsüz erleri ve Türkiye’nin gerçek sahipleridir.”
***
Şimdilerde “Beka sorunu” sıkça dillendiriliyor. Ben bu konunun, güncel siyasi polemiklerin dışında ve gerçekçi bir şekilde ele alınması gerektiğini düşünüyorum.
Belki katkım olur düşüncesiyle, konuya dair birkaç başlık açmak isterim.
***
Başlıklardan biri ve belki de en önemlisi Türk dilidir. Evet, artık herkes biliyor ki Türk dilinin bir “Beka sorunu” var.
“Aynen” ya da “yani” dediğinizi duyar gibiyim. Sadece bu cevap bile, Türk dilinin dağarcığının darağacında sallandığının kanıtıdır.
Yaşadığımız şehir, adımladığımız sokaklar, tutsağı olduğumuz ekranlar, sosyal medya alanları... Her şey, her yapı dilimize topyekün saldırı halinde. Bağımsızlığımızın en önemli simgelerinden biri dilimiz; suskun ve kırgın.
Evet, Türk dili beka sorunu yaşıyor. Hem de çok ciddi.
Ve Türk dili yeni bir “Karamanoğlu Mehmet Bey” bekliyor.
Bu konunun sorumluları; çok geç olmadan ayağa kalkmalı. Ayrıca bilmeliyiz ki hepimiz, “sorumlular” tanımlamasının içerisindeyiz.
Siyasi kazanım ya da çıkartım yapma derdinde olmadan; akılcı, bilimsel ve milli bir tutum sergilemeli, dil bayrağımızı yeniden gönderine çekmeliyiz.
***
Türkiye ormanlarının, nehirlerinin, derelerinin ve içilebilir nitelikteki sularının geleceği hakkında hangi iyimser cümleler kurulabilir?
Doğal hayat kaynaklarının hızla yok edilmesi ya da ölçüsüzce tüketilmesi “Beka sorunu” değil mi sizce?
***
Bireycilik, rantçılık, anı yaşamak, doyumsuzluk, en kestirme yoldan büyük kazançlar elde etmek, sonuca ulaşmak için her yolu meşru görmek...
Selam, sevgi, saygı ve hoşgörü damarları bir bir kapanırken ve popüler kültür bütün alanları işgal ederken, sizce “Türk Kültürü” beka sorunu yaşamıyor mu?
***
Son tahlilde, gündemden hiç düşmeyecek gibi görünen; göçmen, mülteci ya da sığınmacı konusu...
Adını bile henüz doğru koyamadığımız; ülkemize yönelik bu tarifsiz hareketlilik, bilmeliyiz ki öncelikle bir “insanlık sorunudur.” Dalgalanma olarak başlayan bu yaşadıklarımız, ne yazık ki tusunamiye dönüşmek üzere. Ve artık görülmelidir ki, bu durum ciddi bir beka sorunu oluşturabilir!