"Efendim, hastalığınız ilerleyip hastaneye yattığınızda çok fazla ziyaretçiniz vardı. Bu ziyaretlerden çok rahatsız oluyordunuz. İyi niyetiniz ve dayanma gücünüzle, kimsecikleri kırmak istememenize rağmen, ardı arkası kesilmeyen ziyaretçi akınından usandığınız için odanın kapısına bir not astınız ve imzaladınız! O notta ne yazıyordu?"

"Reisler!

İyiyim; ama kusura bakmayın! Çok çok yorgunum!

Bağışlayın beni!"

"İnanıyorum ki bunun için arkadaşlarınız sizi mazur görmüşlerdir!"

"Bu yüzden bana kızıp içerleyenler olduğunu bilmekteyim. Benim, bilerek ve isteyerek ziyaretçileri özellikle kabul etmediğimi öne sürdüler. Bana marazi gelen bu davranışı hiç anlayamadım!"

"Efendim, sevgi ve saygı duydukları birini niçin o durumda görmek için savaştıklarını anlamış değilim. Meraklarını tatmin edeceklerine, halden anlayıp sizi rahat bırakmaları gerekmez miydi?"

"Bütün bu olaylar, Moda'daki, Cumalı Sanat Galerisi'ndeki son büyük serginin açılışına rastlamıştı. Rahatsızlığım, sanat dünyasına bir bomba gibi patlamıştı. Kimse henüz hastalığımın ne olduğunu bilmiyordu; ama dedikodular aldı yürüdü!"

"Resim satışları birden çıldırdı. Galeriye resim dayanmaz olmuştu. Hastane çıkışı bu doymaz resimseverlerin hücumu evde de devam etti."

"Bu ilgi patlamasının nedeni ne idi? Ben bir türlü anlayamadım! Bir sebebi vardır herhalde?"

"Ressam ölünce resim fiyatları artar. 'Yaşarken ne alsak kardır!' diye düşünen, eve gelerek bir de benimle pazarlık yapacak kadar patavatsız olanlar da vardı."

"Efendim, bu dünya demek böyle! Hastalığınızın ne olduğunu biliyor muydunuz?"

"Tam olarak ne olduğunu bilmiyordum. İç hastalık gibi gelmişti bana."

"Siz pankreas kanseri olmuştunuz. Çok tehlikeli ve zor bir hastalıktır. Size moralinizi bozmamak için söylemediler. Ancak fazla ömrünüz kalmadığını aileniz biliyordu. Hatta gelininiz Hughette Eyüboğlu oğlunuz Mehmet'e herhalde pek yakında bir mezarlığa ihtiyacı olacağını söylemek zorunda kalmış."

Oğlum şaşırmamış mı?

"Oğlunuz Mehmet, ilk önce çok şaşırmış! 'Çok acımasız ve sertsin!' diye eşi Hughette Hanım'a da biraz çatmış. Sonra eşinin böyle dediğini doktorların söylediklerinden sonra daha iyi anlamış ve bütün cesaretini toplayarak o mezarlık senin, bu mezarlık benim, İstanbul kazan o kepçe dolaşmaya başlamış."

"Eee, herhalde güzel bir mezarlık bulmuştur bana!"

"Evet efendim, bir mezarlık buldu. Güzel mezarlık olur mu? Olurmuş. Sonunda size Marmara Denizine tepeden bakan, adaları gören, çok havadar bir mezarlık keşfetti ve aldı. Küçükyalı, Altıntepe Mazarlığı!"

Mezarlığın güzelide oluyormuş!

“Doğadan iplerini koparıp delifişek bir esriklikle tablolarına doluşan, koyusundan açığına, ılığından sıcağına, göz alıp gönül açan can’dan ten’e, ten’den can’a fırdolayı seyirten yaşama sevgiyle kımıl kımıl bir cümbüşlü renk dünyasını, o kendine özgü renkler dünyasını bırakıp, karanlık dünyasına göçtü Bedri Rahmi Eyüboğlu!"

"Tablolarından mordan ala, kızıldan beyaza kadar türlü renklere ezdirmeden, haddini bildire bildire, yerli yerine oturttuğu siyah, şimdi onun evi barkı cenneti, cehennemi!"

Büyük üstat mekanın cennet.