Beyaz iki damla süt gibi gönlüme damlayan o sözcükleri nasıl unuturum. 'Seni' diye başlayan, 'seviyorum' diye biten o hakiki kelimeleri… Fiziki cezbedici hiç bir tarafı olmadığının farkında olan, göz çanaklarından bilgi yorgunu bir bakıştan fazlasını size tevdi etmesi mümkün olmayan birine söylenmiş o ay kokulu iki sözcük… Hele, söyleyişteki imbikten geçmiş zerafet… Unut kelimesininin anlamını utandıran hafızaya çakılan baki sözler…

Tam yirmi bir sene önce yukarıdaki paragrafı yazmıştım. Zaman su gibi aktı, bu günlere geldik. Ben hala sözümdeyim, bana bu sözleri söyleyen de sözünde…

Zamanenin gençlerine bir küçük yol açar mı bu sözler, bilmem. Biz ümitvar olarak kelamımızı sürdürelim. Gördüğümüz aymazlıkları görmemek için, yüksek tondan birbirlerine yapılan hakaretleri işitmemek için, tamiri zor  sözleri sarf etmemeleri için… Gençlere bir şeyler söyleyelim.

Frenk kelimeleriyle birbirlerinize sesleniyorsunuz. Güzelim Türkçenin tadına varamadığınızı ifşa edercesine hercai bir tutum içerisindesiniz. Önce lütfen kelimelerinizi bizleştirin. Kullandığınız cümlelerinizde ruh yok, tat yok, ağırlık hak getire! Öncelikle cümlelerinize ruh kazandıracak kültür dünyamızla tanışın. Ve sevginizi, aşkınızı kendi kültür dünyamızın uzun beraberliklere fırsat tanıyan ruh köklerinden beslemeniz gerektiğini öğrenin. Yoksa sadece hedonizmin tutsağı günübirlik ucuz duyguların mevsimlik rüzgarında savrulur gidersiniz. Böylelerinden ne etrafı memnun olur ne de ait olduğu millet faydalanır. Çıkarcı, ben merkezli, hatta sevdiğini kendi nefsini doyurmaya köle bir varlık görmekten kendini kurtaramez.

Peki bu girdaptan nasıl kurtulacaksınız? Kulakları, dımağı, ruh ahizesi açık olanlara nasihat mukabilinden bir şeyler söyleyelim:

 Kendi kültürümüzün klasiklerini okuyarak, onları içselleştirerek bu anaforu yarıp çıkabilirsiniz. Köşebaşı yazarlarımızı, şairlikte dünya ile yarışan büyük edebiyatçılarımızı seven ve sevilen beraber okursa hem kalıcı bir birliktelik inşa ederler hem de anlamla yücelmiş bir aşkı aynı yastıkta kocaltabilirler. Şu eserlerle işe başlayabilirsiniz:                               

Peyami Safa; Fatih-Harbiye

Reşat Nuri Güntekin; Bir Kadın Düşmanı

Ahmet Hamdi Tanpınar; Huzur

Peyami Safa; Matmazel Noraliya'nın Koltuğu

Cengiz Aytmatov; Cemile

Yakup Kadri Karaosmanoğlu; Kiralık Konak v.b

Sanal dünyaya tutsaklığa da bir son vermeniz gerekir. Hemen yakınında bulunan sevdiklerinin gözlerine bakarak kendi varlığını paylaşmak varken eğer sanal tıklamalarla işi yürütmeyi sürdürürsen buradan hakiki bir aşk çıkmaz. Çıksa çıksa sanal ve banal bir ucube aşk çıkar. O zaman bu yazıyı hiç yazmamış olmayı tercih ederim.