Türk milleti olarak hepimiz zorlu bir yolculuk sürecindeyiz. Ancak bu yolculukta nereye gittiğimizi gitgide daha çok sorgular hale geldik. Ekonomi, eğitim, adalet ve toplumsal huzur gibi temel alanlarda belirsizlik ve yorgunluk hissi derinleşiyor.
Merak edilen; bu yorgunluk bir uyanışa mı, yoksa daha büyük bir karanlığa mı sürüklüyor bizi?
Hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı, gençlerin umutsuzluğu ve ebeveynlerin geleceğe dair endişesi her kesimde hissediliyor. Asgari ücretli, emekli, çiftçi, esnaf… Herkes aynı soruyu soruyor: Bu gidiş nereye?
Siyasette ise kutuplaşma artıyor, farklı seslerin buluşabildiği zeminler giderek daralıyor. Eğitim sistemimiz sürekli değişiyor, gençler belirsizliğe hazırlanıyor. Adaletin terazisi şaştığında ise toplumun güveni sarsılıyor. İfade özgürlüğü, basının bağımsızlığı ve hukuk devleti ilkesi zedeleniyor. Bu durum, toplumsal barışı da tehdit ediyor.
Resmi ekonomik verilere göre istikrara doğru gidiş olduğu açıklansa da, halkın yaşadığı gerçeklik bambaşka. Raflarda fiyatlanan ürünler, cebimizden eksilen umutlara dönüşüyor. Kira fiyatları memur maaşlarını geçerken, gençler barınma dahi bulamıyor. “Bir kahveye 100 lira vermek istemeyen” değil, temel ihtiyaçlarını karşılamak isteyen bir toplumdan bahsediyoruz.
Gençler ise artık sadece ekonomik nedenlerle değil, özgürlük ve liyakat arayışıyla yurtdışına gitmek istiyor. Bu, “gitsinler” diyerek çözülebilecek bir mesele değildir. Onlara sahip çıkmak, güvenmek ve fırsat eşitliği sunmak gerekiyor.
Adaletin yalnızca sonucu değil, süreci de tartışılır hale geldi. Sosyal medyada yayılan bilgi kirliliği, kutuplaşmayı körüklüyor. Medya, toplumun aynasıysa, biz bugün kırık bir aynaya bakıyoruz. Oysa medya ne kadar özgürse, toplum da o kadar sağlıklıdır. Ancak bu medyanın, aklına geldiği gibi mesnetsiz ve belgesiz insanları, kurum ve kuruluşları itibar suikastine uğratması ve yargısız infaz etmesi anlamına gelmez!
Tüm bu tabloya rağmen elbette ki hâlâ umut vardır. Eksiklikleri seslendirmek asla ümitsizlik olarak değerlendirilmemelidir. Girişimciler, öğretmenler, sağlık çalışanları, çiftçiler, sanatçılar… Her biri, her şeye rağmen, sessizce büyük emeklerle ülkeyi ayakta tutuyorlar. Tıpkı, kurtuluş savaşında olduğu gibi.
Umut bu sessiz çoğunlukta, iyilikte, dayanışmada.
“Nereye gidiyoruz?” sorusu bugünün değil, aynı zamanda yarının sorusudur. Cevabı da bizde saklıdır. Elimizde bir harita olmasa da, vicdanımız, ortak irademiz, milli çıkarlarımız, toplumsal huzurumuz pusulamız olabilir. Yönümüzü; başkalarının çıkarlarına, art niyetli kurgularına ve beklentilerine göre değil, kendi gelecek tercihimize göre belirlemeliyiz.
Bu yol zorlu ama içinde umut barındıran bir yoldur.
Ve bu yolda en hakiki mürşid, Atatürk’ün de dediği gibi, ilim olmalıdır.