İnsanlığın yaratıldığı günden bugüne dek toplumsal hayatımıza yön vermek, yaşamı kolaylaştırmak, daha kaliteli ve nezih bir ortamı sağlamak maksadıyla kanunlar manzumeleri ortaya konmuştur.

Sosyal hayatın her alanında kurallar silsilesi, ıslahatlar ve yenilikler düzenin idamesinde insanların hayatını kolaylaştırmak için yapılır. Yaşamın kalitesi artırmak için kanun ve kuralların mükemmelliği kadar, kanunların kapsadığı toplumun uyumu da çok önemlidir. İnsan olmanın verdiği anlayış ile teknik hiçbir noksanın bulunmadığı kurumlarda bile çok ciddi aksaklıklar meydana gelebiliyor.

Gelişmiş ve medeni toplumlarda, kurallar kanıksanmıştır. Bireyler, kuralların kendi yaşamını kontrol eden ve yaşamını kolaylaştıran bir yapı olduğunun idrakindedir. Katiyen şekli bir unsur bahis konusu değildir. Şayet hizmet sekteye uğrarsa ya da hizmetin kalitesinde bir eksilme meydana gelirse, derhal yapıya müdahale edilir, gerekli tedbirler alınır. Her şey yerli yerindedir, iş bölümü ve görev tanımları yapıldığından kurumların kılcal damarlarına kadar işleyişin gen haritası çıkarılmıştır. Kanun ve kuralların mükemmeliyeti toplumun huzuru için yeterli değildir. Toplumun eğitimi ve kanunların benimsemesiyle mükemmeliyete doğru yol alınır.

Peki, böyle cemiyetlerde aksaklıklar meydana gelmez mi, her daim mekanizmanın çarkları mükemmel şekilde mi işler? İnsan unsurunun olduğu her yerde hata payı mevcuttur, ancak bu toplumlarda genel geçer bir kural vardır: Hatalar ve yozlaşma sarfınazar edilemez. Kanun yapıcılar ve yöneticiler, tıpkı bir cerrah edasıyla habis uzvu kesmekten de imtina etmezler. Şunu gayet iyi bilirler ki radikal kararlar alınmadığı zaman, vücudun tamamını kaybetme riski vardır. Eğer cerrah eksik değilse; riski minimize etmesini bilir ve o sorundan kurtarır.

Gelişmekte olan toplumlarda ise kanunlarda, nizamnamelerde, yönetmeliklerde teknik ve nicelik bakımdan bir eksiklik yoktur; lakin sorun da tam olarak bu noktadan başlamaktadır. Her şey yerli yerinde görünmesine rağmen işler yolunda gitmez. Çünkü kanunlar, bireyler tarafından benimsenmemiş ve içselleştirilmemiştir. Bunun tabii bir neticesi olarak da her kurumda ve teşekkülde mükemmel bir çalışmadan söz edemeyiz.

Hakkını bilmek ve haddini bilmek, sorumluğunu bilmekle mümkün olur. Devleti ayakta tutan ve toplumun huzurunu sağlayan hukuk ve hukukun üstünlüğüdür. Üstünlerin hukukunun gözetildiği hiçbir toplumda huzur ve mutluk hâkim olamaz.

Gelişmekte olan toplumlarda “her şey yerli yerinde “göründüğü için çoğu zaman yöneticiler ve idareciler, eksikliklerin farkına dahi varamazlar. Yanlışa uğrayan mağdur edilenlerin sesi gür çıkmadıkça mevcut yapı her şeyi alengirli gösterdiğinden sistemin aksaklığı düşüncesi kimsenin aklına gelmez. Bu daha vahim bir durumdur. Çünkü basit bir sorun zamanla palazlanarak içinden çıkılmaz hale gelir.

Gelişmiş toplumlar, bu hususta biraz daha rahatlar zira onlarda kurum ve kuruluşlar görev yetkilerini bilir, sivil toplum örgütleri denetim mekanizmasını objektif yerine getir.

Şimdi, hepimiz içinde yaşadığımız toplumu ve toplumun kurumlarının işleyişini zihnimizde canlandıralım. Direk hizmet aldığımız birim belediyeleri, iş yerlerimizi düşünelim, kendimizin ifa ettiği veya ifa etmeye çalıştığı görevleri hatırlayalım. Sosyal hayatımızı, sokağı, verilen hizmeti düşünelim. Sizce her şey nasıl gidiyor, ne dersiniz?

Sonuç olarak, insanlar tarafından oluşturulan toplumsal yaşamın, yaradılış düzenine uymak zorunda olması gerekir. Sosyal bilimcilerin görevi, elde etmiş oldukları verilerden hareketle, toplum içinde var olan düzensizliği yakalamaktır. Toplumsal olay ve olguları bilimsel bir çerçevede ölçülebilir ve incelenebilir şekilde sistemleştirmeliyiz. Sosyolojide toplumun statik ve dinamik yönleriyle ilişkili yasalarını ortaya koyabilsin.

Kalın sağlıcakla

Kemal Özdemir