düş görüyorduk ve ayılmak istemiyorduk

sin sin yağmur yağıyordu

arada saçlarımızdan kaşlarımıza değiyordu

arada da bıyıklarımızdan damlıyordu yağmur

her yağmur damlası bizi sonsuzluğun girdabında topaç gibi döndürüyordu

çünkü düşümüzde kaybolmuştuk ve hiç kimse bizi aramıyordu

kuyruğu kesilmiş kedi gibi anlamsızca orta yerde kalmıştık

çünkü yaşadığımız geçmiş yaşanılacak bir olgu değildi sanki

kendimizden başkası ne sesimizi duyuyordu ne de bizi görüyordu

hayalet gibiydik sanki

sanki diyorum bugün bile hâlâ ürettiğimiz nesnel varlıkların tüm evrelerini işte o nezih geçmiş kapsıyordu

bize düşünmeyi ve sorgulamayı öğretmişti geçmişte yaşadığımız o çağ

sanki tarihin tozlu raflarında çoktan yerini almıştı

beton çağının en pis zamanına denk düşmüştük

hiçbir kimliğimiz kalmamıştı

yoz ve banal bir kimliğimiz oluşmuştu

her bir yoz kimlik de diğer kimliğe bürünüp asli kimliğini yok sayıyordu

karataşların betona yani demir ve çimentoya yenildiğini bir tek bizler görüyorduk

yağmur sularının taşındığı menfezlerde boğulmuştuk

ve sanki hiçbir zaman denize varamamanın ürküsüyle yaşıyorduk

ve bir gün gelecek hiç kimse birkaç dize de olsa kente dair ne önemli nezih bir anı anlatacak ne de burunlarının direği sızlayacaktı

çünkü kentin dört bir yanında betondan başka hiçbir şey kalmayacaktı

kasım 2024