Eğer insanlık tarihi her yönüyle yeniden gözden geçirilmek isteniyorsa ki “ortak vicdan” katkılı talep bu yönde ısrarlı…
Öyleyse; “bağımsızlık istenciyle” ödenen ağır bedellerin, kan ve gözyaşı dolu envanteri... Yeniden bu coğrafyada projelendirilmeye çalışılan, yeni bir tarih yazılımının odak noktasına taşınmalıdır.
Yoksa, ülkenin stratejik kaynaklarını dahi göze kara bir tutumla elden çıkaran… ülkeyi bölen, parçalayan, haritalar yayınlayan devletlerin dizi dibinden ayrılmayan kimi yöneticiler eliyle bağımsızlık, egemenlik, özgürlük gibi kavramlar modası geçmiş, anlamı kalmamış, kof talepler olarak küresel çiftliğin raflarına kaldırılmış olur.
“Biz eskiden böyle değildik” diyor gazete spotları!..
Sahi ne oldu bize?
Acılarımızı, coşkularımızı birlikte paylaşırdık. Tasada, kıvançta bunu başarırdık. Şimdi onca kaybın ardından sanki yetmemiş gibi, insanlığımızı da mı kaybediyoruz?
Unutmak istiyoruz. Hatırlamak canımızı acıtıyor…
Bir çift güzel söz bizi mest ediyor; Tekrarlanan seçimlerden, kişiye özel Referandumlardan, geliyorum diyen krizlerden, bitap düşmüşüz… en çok ağrıyan yerimiz hafızamız olmuş, biricik ilacımız da unutmak…
Hâlbuki sen; Fikri Hür, Vicdanı Hür, İrfanı Hür bir neslin ardılısın…
Özgürce kanaatini söylemelisin!
Tartışmalısın!
Zor değildir kardeşliği yeniden yaşamak!
Zor değildir aynı havayı solumak, aynı çeşmeden su içebilmek…
Bunu başarabilirsin…
“Başkaları tarafından yönetilen bir insanın sorumluluğu yoktur. Onun yerine başkaları düşünüp, eylemleri başkaları tarafından belirlenir.
Oysa günümüzde dünyanın her yerinde demokrasiye doğru bir açılım söz konusu! Artık insanlar geleceğe ilişkin SÖZ-YETKİ ve KARAR süreçlerine özgürce katılmakta ya da katılmaya çalışmaktalar.
İnsanın kendi kendini yönetmesi de her şeyden önce birey olması gerekir, yani özgür kişiliği olan birey.”
Prof. Dr. Bedia Akarsu’nun “Çağdaş Eleştiri” başlıklı tespitlerini okuyorum… Akarsu Karadeniz’imin özgür akan dereleri gibi çağıldıyor;
“İnsan bireysel bir varlık olduğu kadar toplumsal bir varlıktır da. Başkalarıyla birlikte yaşıyor. Toplumun gelişmesi de bireysellikle toplumsallığın iyi düzenlenmiş olmasına bağlı.
Bu toplumdaki insanların gerçek birer birey olmalarıyla, yani sürü içinden biri olarak değil, özgür birer kişilik olmalarıyla olanaklı. Bu da bireylere ağır sorumluluk yükler.
Özgür insan; eylemlerinin sorumluluğunu başkalarına yüklemez. Her yaptığının hesabını kendisi verir. Özgür insan, özgür bir toplumda yaşadığından, başkalarının davranışlarına da, toplumdaki olaylara da kayıtsız kalamaz…”
Peki; şimdi biz özgür müyüz acaba?
Özgürlüklerin tümü Anayasa’da yazılıdır, denirdi.. ama çok gevşek olduğundan Kaynaklı olsa gerek o da defalarca değiştirildi!..
Özgürlüklerin sınırları, defalarca yeniden çizildi ve Anayasa’ya her defasında, “bu haklar, özel kanunlarla belirlenir” hükmü kondu. 1961 Anayasa’sı yontula yontula kuşa dönüştürülüp, yüzlerce ekleme, çıkarma yapıldı…
İstediklerince yorumladılar! Yine olmadı,
İnsanlara Özgürlüğü çok gördükleri için bu kez, sonuçlarını birlikte izleyeceğimiz yeni bir Anayasa için kolları sıvadılar!..
Özgür müyüz demişken… galiba bizim payımıza sadece “düşünme özgürlüğü” kalıyor. O da Rodin’in heykelindeki gibi… Düşün düşün dur… Sakın ağzını açma!
Ya da; Zerdüşt’ün önerisine uyup “Özgür ve heyecanlı yaşamak istiyorsanız, evlerinizi uçurumların kıyısına kurunuz”
Her şeyin uçurum tadında yaşandığı bir ülkede, sanki başka bir seçenek varmışçasına?