Türk tarihine damgasını vuran acı ve ilginç olaylar vardır. 19 Eylül Gaziler Günü nedeniyle bir tanesini okuyucularımla paylaşmak istedim.
İstedim ki; bundan böyle milli günlerde yapılan etkinliklerde-yaşayan tarih- adına güzel törenlere imza atalım. “Biz yaptık oldu” değil, halkımızı da işin içine çekerek, bu yüce millete layık güzel törenler düzenlensin.
İstiklal savaşında büyük kahramanlıklar gösteren gazilerimizden birisi de, Trabzon-Beşikdüzü Bozlu köyünden Çolakoğlu Süleyman’dı. Savaşa gönüllü olarak 47.Piyade Alayı’nda başladı. Gözü pek ve çok güçlü bir fiziği vardı. Birinci İnönü Savaşları’nda alayın tamamı şehit düşünce, alayın tek gazisi olarak, yaralı şekilde 42. Piyade Alayı’na teslim oldu. Uzun bir tedaviden sonra makineli tüfek nişancısı olarak Haymana’dan İzmir’e kadar düşmanı kovalayan birliklerin tek ateş gücü görevlisiydi. Vücudunda üç tane Yunan kurşunu vardı. O günkü olanaklarla kurşunların çıkarılması mümkün olmamış. Kurşunlardan birisi kalbinin yanı başındaydı. Diğer ikisi diz kapağının kemiğinde duruyordu. Yıllarca böyle yaşadı.
O yıllarda Trabzon’da kutlanan bayramlar çok görkemli oluyordu. Yıl 1959 idi. Kalepark’ta kutlanacak bir bayram arifesinde Çolakoğlu Süleyman’a da özel davetiye gönderilmişti.
Yürümekte zorluk çeken Gazi Süleyman Çolak, bana rica etti: “Beni tören alanına götürür müsün?” Severek kabul ettim. O yıllarda genç bir üniversite görencisi olarak, kendisinden savaş öykülerini dinlemeye bayılırdım. Süngü savaşlarını anlatırken ağlar, “Ah evlat süngü savaşına mermimiz olmadığı için girerdik” derdi.
Bu duygularla Kalepark’taki tören alanına gittik. Bizi saygıyla karşıladılar. Özellikle Binbaşı Ahmet Bey bize çok büyük saygı gösterdi. Binbaşı’nın babası da aynı savaşta Başçavuş olarak görev almış.
Tören başladı. Bizi Süleyman amca ile birlikte protokolün hemen yanına oturtmuşlardı. Saygı duruşu ve İstiklal Marşı için ayağa kalktık. Aman Allah’ım o ne duruştu! Adeta kendinden geçmiş, huşu içinde bağıra bağıra bir marş söyleyişi vardı ki; o ses belirleyiciydi. Gür ve pürüzsüzdü. Marşın sonuna doğru Gazinin sesi çatallaştı. Son beyitte-o koca çınar-yere kapaklandı. Benden önce Binbaşı kaldırmak istedi. Belli ki; yorgun ayakları o koca vücudu taşıyamamıştı. Yüzü gözü kan içindeydi. Hak ağlamaklı olmuştu. Binbaşı, sevgili amca keşke ayağa kalkmasaydınız. Yaşlı ve yorgundunuz. O, hiçbir şey olmamış gibi-yüzünden aşağı akan kanlara aldırmadan, “önemli değil komutanım” dedi. Allah emanetini alıncaya kadar ben o sancağa saygı göstereceğim.
Ben o yüce sembol için üç tane kurşun yedim.
Tüm davetliler ağlamaklı olmuştu. Sarılıp ellerinden öptüler.
Bir yıl sonra törene tek başıma gitmek zorunda kaldım. Beni karşılayan Binbaşının gözleri doldu.
Ruhun şad olsun büyük insan. Uğruna üç kurşun yediğin al bayrak-sizin sayenizde- dalgalanmaya devam ediyor.
Kabrinde rahat uyu.