İyi tanırım…
Kurduğu cümlelere dair en ufak bir araştırması incelemesi yok.
Bırakın bu ülkenin tarihi, sosyolojisini bilmeyi…
Sözde hayatına pusula edindiği Kur’an-ı Kerim’in mealini ne bir kez açıp okumuştur, ne de düşman bellediği laikliğin ne olduğundan haberdardır.
Mutlakıyet, teokrasi, oligarşi, demokrasi ve bilhassa cumhuriyetin açılımını bilmez ama ağzındaki dil bildiğin kürek!
Öyle ki;
Sallamaları, iftiralarının bini bir para!
Gözleri yerinden fırlamış, “Bitirdi bizi bu laiklik” diye köy kahvehanesinde veriyor veriştiriyor.
***
Bak güzel kardeşim!
Bak, 10 yıl evvel kendini zar zor Almanya’ya enişte yapan…
Lakin hasbelkader oralardan edindiği maddi imkânlar eli avucundan çekip alındığında, buhar olup ortadan kaybolacak hemşerim!
Beğenmediğin cumhuriyet, yani laiklik rejimi öncesi dediğin zamanlar var ya hani…
Lütfedip okursan, o dönemleri 1922 yılı istatistikleriyle sana tane tane hatırlatayım:
- Yüzde 80’i kırsalda yaşayan 11 milyonluk nüfusun büyük bir bölümü yerleşik değil, göçebeydi… 40 bin köyün 37 bininde ne okul, ne postane ne de dükkân vardı.
- 830 köy, düşman ateşiyle küle dönmüş, 114.408 yanmış bina sayısıyla ülkenin yeniden inşası elzemdi.
- Yol yoktu. Çamura saplanan katırlar bile kaldıkları yerde kaderlerine terk edilmekteydi. Anadolu’da yaklaşık 4.000 kilometrelik yetersiz demiryolunun tamamı emperyalistlerin hizmetindeyken, o rayların bir metresi dahi bizim değildi. Donanma, Haliç’te çürütülmüştü.
- Ekili toprak yok. Öküz yok. Saban yok. Az buçuk kurulu düzenler de ağa, aşiret ve şeyhlerin elindeydi.
- 1950 köy, sığır vebasıyla boğuşmakta, insanlar tifo, sıtma, frengi verem nedeniyle patır patır dökülmekteydi. Ülkede topu topu 330 doktor vardı. Nasıl olacaksa artık… 40 bin köye hizmet etmek durumunda kalan sadece 136 ebe işbaşındaydı. Hal bu olunca da, doğuma kadar ömrü yeten her iki bebekten biri ölüyordu. Memlekete 60 eczane hizmet ediyordu. Ve çoğu ilaç karaborsa!
- Postanenin olmadığı yerde iletişim, telefon/mektup olur mu, olmaz. Kimsenin kimseden haberi yok desek anca.
- Makine yok, motor yok, teknoloji yok. Sanayi ürünlerinin tamamında dışarı bağımlı haldeyiz. İmkânsızlığın beraberinde bilinçsizliğin belini büktüğü tarımda ahval içler acısı. Un, şeker… Hatta kiremit bile ithal…
- Çoğu gıda olmak üzere 282 adet sanayi kuruluşumuz var ancak, bunlara ait emeğin sadece yüzde 15’lik dilimi bizim. Osmanlı İmparatorluğu’ndan genç cumhuriyete kalan kayda değer fabrikalar ise dört tane:
Feshane Yün İplik fabrikası, Bakırköy Bez Fabrikası, Beykoz Deri Fabrikası ve Hereke İpek Dokuma Fabrikası.
- Halkın sosyalite ile pek ilgisi yok ama merak edenler için yazalım. Elektrik bi’ tek İstanbul ve İzmir’de bulunduğundan, radyo – sinema sedece bu şehirlerde vardı.
- Eğitim, çözüme kavuşmamış en büyük sorundu. Cehalet almış başını gidiyordu. Okumayı öğrenme yaşındaki çocukların dörtte biri ancak okula gidebilmekteydi. Ülkede 337.618 öğrencinin öğrenim gördüğü niteliği sorgulanır 4.770 ilkokul, 770 öğrencinin de aynı şartlarda bulunduğu 150 civarında ortaokul/lise vardı. Hal bu iken erkeklerin yüzde 7’si, kadınların sadece yüzde 4’ü okuma yazma öğrenebilmişti. O da kimden, üçte biri öğretmenlik eğitimi almamış öğretmenlerden(!). Tarih bilgisinin belgesiz, dayanaksız kulaktan dolma peygamber hikâyelerinden ibaret olduğunu ayrıca belirtmekte fayda var. Batı 90 binin üzerinde kitap basarken, Osmanlı’nın son yüz yılında bastığı kitap sayısı sadece 180 idi.
- Kütüphane, sergi, müze, sanat, spor… Halkın aydınlanıp bilinçlenmesine, ortaçağdan level atlamasına aracılık edecek hiçbir unsur yoktu. Din öğrenimi akıl, izana muhtaç haldeydi. Tamamıyla hurafe ve rivayetler üzerinden sözde din eğitimi yapan dönemin medreseleri askerlikten kaçış yuvalarına döndüğünden, halkın sıkıntılarının giderilmesinde egemen olan tek anlayış ‘tefriciye’ çekilmesiydi. Anlayacağınız çatışma ve fikir ayrılıklarıyla kendini öne çıkaran tarikatların yön verdiği o zamanki hayatlarda, din eğitimi doğal olarak dini bilmeyenlerin kontrolündeydi.
Yazacak daha çok şey var ama sözü fazla uzatmayalım.
Özetlersek;
Ispartalı çiftçi çocuğu Süleyman Demirel’i, Malatyalı memur oğlu Turgut Özal’ı, Rizeli denizci evladı Recep Tayyip Erdoğan’ı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne Cumhurbaşkanı yapan sen ve senin gibi örümcek kafalıların beğenmediği Cumhuriyet rejiminin ta kendisidir.
Demokrasiyi topraklarımıza hâkim kılan Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmasaydı, buralarda nah böyle konuşurdun ya, neyse!
İznin bitti, Almanya padişahı (?) seni bekler!