Çok şükür, diyeceğim ama, diyebilsem... Diyemiyorum ki... Hesapta bu yazıma ülkeme dönüşümün ifadesi olarak özlemlerimden söz edecek, yurdumuzun Cennet olduğundan, havasından, suyundan, yaylalarından, dağlarından, ovalarında söz edecek, övecek, övünecektim.
Ama nasıl, söz edeyim ki?
Dağı da, ovası da, yaylaları da , kentleri de, kasabaları da bir yerlerden öyle insanlar gelip işgal etmişler ki, "har vurup harman savuruyor"lar.
Bir de yönetici olmuşlar akıllarına estiği şekilde dilsiz kaval öttürüyorlar.
Biraz değişiklik olsun, biraz torun seveyim diye aylar öncesinden ucuz diye havayolları şirketlerinden birinden Trabzon-Brüksel gidiş-dönüş bileti aldık.
Torun görmek, eş-dost ziyaret etmek ve sanat çevrelerinde bulunup müzeler gezmek çok güzeldi. Doyumsuz günlerdi Brüksel, Düsseldorf, Aahen, Amsterdam, Knokke-Heist, Liez, Roterdam da yaşadıklarım.
Sanatsal çevrelerin iklimini yaşamak, havasını solumak gerçekten çok yararlı oldu benim için.
Moralim, çalışma gücüm yerine geldi.
Ama gel gör ki, güzel tatilin bitimine iki gün kala aylar öncesinden dönüş bileti aldığımız havayolları şirketinden bir uyarı: 3 Ağustos 2017 Perşembe günü yapacağınız Brüksel bağlantılı Ankara-Trabzon uçağınız yedi saat rötarlı kalkacak...
Haydaa... Beceriksizliğe, iş bilmezliğe, saygısızlığa bakar mısınız?
Uçak beni Brüksel'den alacak, İstanbul'da Sabiha Gökçen Havalimanında Trabzon'a uçmak için yedi saat bekleyeceğim.
"Bekleyen derviş muradına erermiş" diye gönül avutsam, ama ne mümkün...
İçimde hep "Ucuz etin yahnisi karın ağrıtır" sözünün verdiği rahatsızlık.
"Bu bana ders olsun" avuntusu...
Yedi saat beklemeye razı olduk. Öteye beriye telefon eder, zaman gelip geçer derken bir uyarı notu: "........ havayollarının İstanbul- Trabzon uçağı 20 dakika rötarlı..."
İşte bu zor geliyor insana... Ciddiyetsizlik, insanı yok sayma değil de ne?
Küplere binsen ne fayda...
Yapılacak bir şey yok.
Ardından bir on dakika daha rötar...
İnsan sabır taşı olsa çatlar. "La havle..." çekiyor benim gibi diğer yolcular da...
Ülkem güzel, ülkem bereketli, zengin... Ama kimi insanları beceriksiz. Ya da kimilerinin beceriksizliği böylesi sahneleri yaratıyor, yaşatıyor, gündeme getiriyor.
Sormak gerekiyor: Yahu, böyle zırt-pırt gecikmelerin haklı-haksız olduğunu araştırıp soruşturan yok mu?
Varsa ne gibi bir yaptırım uyguluyorlar niçin açıklanmıyor?
Hani, ortada hava muhalefeti gibi zorunlu durumlar olur, ona kim ne diyebilir ki?
***
Güzel ülkeme geldim, çok şükür...
Tam da alışmıştım trafikte klakson sessizliğine... Hoparlörlerle yapılan münasebetsiz, rahatsız edici anonsları unutmuştum. Kafamdan yolculukta yaşadığım olumsuzlukları da atmış, kahvaltı masasına oturmuştum ki, belediye hoparlörünün cırlak ve de çatlak sesi kulağımı tırmaladı: Ölüm ilanı...
Büyükşehir olduk... Güzel de... Şu kent yaşamının nasıl olması gerektiği konusunu gidip bir yerlerde araştırmayı/ incelemeyi niçin akıl etmiyoruz?