Tüm kültürel değerlerin ışık hızıyla yok edildiği günümüz koşullarında; İmar değişiklikleri, nüfus artışı, kentsel dönüşüm makyajlı rant hırsı ve benzeri etkenler bu kadim kentin tarihi çevresinin bozulmasına ve “iz siliciler” eliyle kimlik kargaşasına düşmesine neden olmaktadır.
Bu hareketliliğin orta yerinde sessiz, umarsız, sorumsuzca kımıldamadan durmak, Moğol istilasına uğramış mahremini kurtarmayı beklemek denli beyhude bir çaba!.. Geçmişten günümüze değin, her türlü zorluğa direnerek yapısı bozulmadan gelmeyi başaran, Arnavut kaldırımlı taş döşeme sokaklarımızın, mirasyedilerin gözleri önünde; hoyratça asfaltla boca edilip, görgüsüzün sarsıntısız araç kullanma zevkine peş-keş çekilmesine.. Kimlikleri ve onca yaşanmışlıklarıyla mahallelerimizin yok edilmesine daha nereye kadar seyirci kalınacaktır?
Trabzon’un tarihi dokusunda gözlenen bu bozunumlar, tarihi çevrede hızlı ve geriye dönüşü mümkün olmayan bir süreci başlatmaktadır. Bunun sonucu, kentlerin prestij alanları olarak korunması gereken kent dokuları, aç gözlü yap-satcılar eliyle tahrip edilip, rant ve kazanç alanlarına dönüşmektedirler.
Oysa tarihi kent dokuları... Yaşatılabilirlikleri sağlandığı ve kentin gelişimi, değişimi ile uyumlu bir bütünleşmeyi gerçekleştirebildikleri ölçüde, Kent’e önemli katkılar sağlayacak olan özel alanlardır. Trabzon, coğrafi konumu, İklimi, denizi ve tarihi İpekyolu nedeniyle tarihin her döneminde pek çok medeniyete kucak açmış ve bunun sonucu farklı kültürlerin özelliklerini sentezleyerek tarihsel kimliğini kuvvetlendirip, kendine özgü “Ben Trabzon’um” dedirten bir disiplin oluşturmuştur.
Şimdi biz değerler bütünü bu kadim kenti, bir avuç paragöz ve onların erketecilerine terk edecek kadar kimliksiz, umarsız ve vefasız mıyız sizce?..
Siz evet! Yıllardan beri benzeri çağrılara kulağını tıkayanlar!
Sanırım bu kez “zurnanın işaret ettiği yere vasıl oldunuz!” Artık Ulü’l Emr’e uyup, her zaman yaptığınız gibi “durumdan vazife çıkarıp” yeni bir suçlu arayışına çıkabilirsiniz!!
“Sadece beton, demir, tuğla yığınlarından oluşan o çirkin yapılar, bırakın şehirlerimizi; yaylalarımızı, kıyılarımızı da işgal etmeye başlamıştır. Karadeniz’in o güzelim yaylalarında gördüğüm çirkinliklerden çok derin üzüntü duyuyorum. Acımasızca YOLSUZLUK YAPIYORLAR. Bu işi kökünden kazımak lazım. Şehre ihanet ediyorsun İHANET!..
Artık tarihimize, kültürümüze, şehirlerimizin karakteristiğine uygun binalar inşa etme dönemi gelmiştir. Ben dikey mimariden yana değilim, ben yatay mimariden yanayım. Bugünün Türkiye’si böyle bir çirkinliği, böyle bir nobranlığı asla hak etmiyor.
İnsan toprağa yakın yaşamalıdır. Dikey mimarinin altında yatan gerçek; az topraktan ÇOK PARA KAZANMAKTIR. Şehircilik konusunda tarihimizden ibret alarak HATALARIMIZIN tekrarını önlemek zorundayız.
Şehirlerimiz kentsel dönüşüm projeleriyle, gecekondu yapıların istilasından kurtulurken, SEVİYESİZ projelere de teslim olmamalıdır. Sadece RANT, KAR, KAZANÇ odaklı anlayışla böyle bir şehir inşası gerçekleştiremeyiz. Bilinçli bir şekilde kurulan şehirler medeniyetin kurucu ve taşıyıcı şehirleri olmuştur.
Şehirler bir fikri ihtiyaçtan doğmuştur. Medeniyet kavramının insanların bir arada yaşadıkları şehirleri ifade eden geniş bir anlam dünyası vardır.
Tekraren söylüyorum. Kot denilen bir olay var. Müteahhitler bununla ilgili ACIMASIZ bir şekilde YOLSUZLUK yapıyorlar. Kotu denizden verme anlayışını getirmemiz lazım. Meyilli bir arazi. Beyefendi en yüksek noktadan alıyor. Böyle yapınca 2-3 kat yerine 5-6 kat bina çıkıyor. Bu işi kökünden kazımamız lazım. Her taraftan bakınca güzellik olması lazım.
Bodrum diyorsun adam zemin yapıyor. Bu konularda belediyelerin hassas davranması lazım. Bodrum güneş görmeyen yerdir. Etrafını açmak suretiyle bodrumu zemine dönüştüren anlayış İHANET içerisindedir.
Yetkililer buna müsaade etmemeli Şuradan buradan kazanmak istiyoruz. GEÇİN O İŞLERİ. Kazanmak isterken şehre ihanet ediyorsun ihanet!
İnsanın şehirler üzerinde hakkı olduğu gibi, şehirlerinde insanlar üzerinde hakları vardır. Medeni olacaksak böyle olacağız.” (*)
(*) Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Şehircilik Şura’sında ki konuşmasından alıntılar