Osmanoğulları kurdukları devlete adını veren ve 624 yıl boyunca devam eden devleti yöneten hanedandır. Osmanlı Devleti Türk tarihinin önemli bölümünü oluşturması bakımından yok sayılamayacak ve göz ardı edilemeyecek bir siyasî teşekküldür. Dolayısıyla devletin başındaki hanedan da aynı derecede tarihimiz için önemlidir. Nitekim Osmanoğulları veya tarihî belgelerde geçtiği üzere Hânedân-ı Âl-i Osmân dünya üzerindeki hanedanlıklar arasında aynı ülkede tek bir koldan hüküm sürmüş ve iktidarda en uzun süre kalmış olanıdır.
Osmanlı Devleti’nin tarihî misyonunu tamamlamasıyla 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılmış ardından 3 Mart 1924’te de kabul edilen “Hilafetin İlgasına ve Hanedan-ı Osmanî’nin Türkiye Cumhuriyeti Memaliki Haricine Çıkarılmasına Dair” kanunla Osmanoğulları fertleri de sınır dışı edilmiştir. Hanedanın o günkü siyasî ve sosyal şartlar gereği sürgünü ve sürgünde yaşadıkları zorluklar hakkında bugüne kadar eleştiriler süregelmektedir. Buna karşın Avrupa’daki ve Asya’daki imparatorlukların yıkılışında ve iktidar değişikliklerinde hanedanların katledilmesi uygulamaları göz önünde tutulursa Türkiye Cumhuriyeti’nin sürgün kararı yadırganmamalıdır. Zaten o dönem sürgün hadisesini yaşayan hanedan üyeleri 1952’den itibaren kademeli şekilde yurda dönüşlerinde Türkiye Cumhuriyeti’ne kırgın olmamış ve Osmanoğlu soyadını alıp bu devletin çatısı altında yaşamaktan asla memnuniyetsizlik duymamışlardır.
Ancak son birkaç yıldır Osmanoğulları ailesinden genç isimler memnuniyetsizliklerini ifade eden çeşitli söylemlerle gündeme gelmektedir. Geçen yıllarda Nilhan Osmanoğlu, II. Abdülhamid’in torunu sıfatıyla elinde tapular olduğunu söyleyerek birtakım toprak ve mülk üzerinde hak iddia etmişti. Bunun yanında siyasî polemiklerle Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar hakkında olumsuz görüşler belirtmişti. Yine geçen günlerde de ailenin genç fertlerinden olup bir partiden siyasete atılmış Abdülhamid Kayıhan Osmanoğlu bir çıkışta bulunarak Osmanlı’nın öz torunları olduğunu, kendilerine “iade-i itibar” verilmesi ve devlet protokollerinde hanedanın ismi olması gerektiğini söyledi. İsim zikretmeden de devlet ekâbirine çatarak bazılarının dedelerinin ismini ağzına alıp resimlerini duvarlara asmasına karşın kendilerini görmezden geldiğini belirtti.
Anlaşılan o ki Osmanoğullarının son nesli durumlarından hoşnut değil. Bunun sebebi ise söylemlerden fark edildiği üzere biraz maddiyat biraz da popülerlik kaygısı. Bir yandan hukukî gerekçeleri göz önünde bulundurmadan mal ve mülk talep ederken bir yandan da tıpkı İngiltere kraliyet ailesi gibi sembolik de olsa devlet protokollerinde yer almak, konuşmak, çeşitli vesilelerle kamuoyu gündemine gelmek istiyorlar. Nilhan Osmanoğlu’nun kurduğu bir site üzerinden fahiş fiyatlarla padişah ve sultan isimlerini verdiği kokular, parfümler ve kıyafetler satması, Abdülhamid Kayıhan Osmanoğlu’nun zaman zaman Eminönü ve Sultanahmet meydanlarına çıkıp çevresine toplanan belli kesimin “şehzadem” nidalarıyla gezmesi ve gövde gösterisi yapması aslında ne istediklerini az çok belli ediyor. Oysa bu son neslin aksine saray görmüş ve hanedanlık zihniyetiyle yetişmiş dedeleri ve nineleri yaşadıkları zorluklara istinaden belki daha çok hakları olmasına karşın asla böyle bayağı davranışlar göstermemiştir.
Son nesil Osmanoğullarının isteklerini ifade ediş tarzları ve üslupları gerek basına verdikleri demeçlerden gerekse sosyal medya mesajlarından anlaşıldığı üzere ne yazık ki tarihî miraslarına uygun olmayacak düzeyde ve üstelik tarihî bilgi bakımından da zayıf kalmış görülüyor. Tarih ile yakınlıkları aile arasında anlatılan hatıralardan, yanlış veya eksik bilgiler üzerine kurulu amatör tarih kitap okumalarından oluşuyor. Soy isimlerinden dolayı çevrelerine yuvalanmaya çalışan hilafet ve saltanat fantezileri içindeki belli kesimler ve dinî içerikli vakıflar ise kendilerini yanlış yönlendiriyor.
Sultan II. Abdülhamid dönemini çalışan ve kendilerine saygı duyan bir Osmanlı tarihçisi olarak son nesil Osmanoğullarına iyi niyetli tavsiyem bu tür konularla gündeme gelip Osmanlı Devleti’ne karşıt güruhun değirmenine su taşımak yerine, Türk adının ve gücünün üç kıtaya yayılmasına öncülük etmiş şanlı atalarına, atalarımıza yakışır şekilde daha faydalı işlerle uğraşmalarıdır. Osmanlı Devleti’nin yeni nesillerce daha iyi anlaşılmasını sağlamak için tarih, kültür ve sanat alanlarını kullanmaları ve bu doğrultuda ortak çalışma yapabilecekleri akademik camiayla irtibatta bulunmalarıdır. Ve her ne yaparlarsa yapsınlar artık siyasî ve hukukî anlamda hanedan değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ferdi olduklarını asla unutmamalarıdır.