Suriye krizinin en büyük insani etkilerinden biri mülteci dalgası oldu. Türkiye, iddia edilen 6 milyondan fazla Suriyeli mülteciyi misafir ederek dünyanın en büyük mülteci barınma kapasitesine sahip ülkesi haline geldi. Ancak bu durum, Türkiye için bir ekonomik ve sosyal anlamda ciddi bir yük oluşturdu. Batılı ikiyüzlü devletler, birkaç kuruş yardım yapmanın dışında verdikleri hiç bir sözü tutmadılar. Buna rağmen Türkiye’nin bu kalabalık mülteci gruplarını Türkiye’de tutmasından son derece yararlanmış olanlar da bu batılı devletler olmuşlardır.
Türkiye, Avrupa Birliği (AB) başta olmak üzere uluslararası toplumu daha etkili şekilde sürece dahil ederek mülteci krizini fırsata çevirebilir. Örneğin, mültecilerin güvenli bölgelere dönüşü konusunda AB’den mali destek talep etmek ve dönüşlerin insani bir çerçevede gerçekleşmesi için bir model geliştirmek, Türkiye’nin uluslararası arenadaki saygınlığını artırabilir. Aynı zamanda bu süreç, Türkiye’nin bölgesel barışın sağlanmasında anahtar bir aktör olarak konumlanmasına katkıda bulunacaktır. Ama her durumda, Türkiye’ye rakip bir İran ve düşman batı dünyasının ve dahi onlardan geri kalmayacak olan Rusya’nın Suriye ile ilgili planlarının olduğu unutulmamalıdır.
Suriye krizi, bir takım risklerine rağmen, Türkiye’nin bölgesel liderlik iddiasını güçlendirebileceği bir zemin sunuyor. Türkiye’nin Astana Süreci’nde İran ve Rusya ile birlikte oynadığı rol, diplomatik alanda Türkiye’ye önemli bir hareket kabiliyeti sağladı. Türkiye’nin bu süreçte insani ve siyasi çözümler üretme çabalarını artırarak bölgesel liderliğini pekiştirmesi mümkün olabilecek bir beklentidir. Ancak, terörü, teröristlerin isteklerini yerine getirerek bitireceklerini iddia eden içimizdeki aymazlıkların bu yeni sürece şimdiden çomak sokmak gayretleri olduğuna çok dikkat edilmeli, bu vatan için ödenen bedeller, bir kaç “akıl dane” rolündeki “aklı yetmezin” hezeyanlarına asla feda edilmemelidir.
Duygusal yaklaşımların Irakta ki sonuçlardan oradaki Türkler lehine bir kazanım elde edemediğimizi açıkça ortaya koyduğunu unutmuş değiliz. En azından bu gün; Suriye nüfusunun %20’sini meydana getiren Türkmenler için siyasal bir kazanç elde etmenin diplomatik yollarının bütününü denemeli, gerekirse sınırlı olmak kaydıyla askeri gücümüzü pazarlık masasında hissettirmeliyiz!
Ayrıca, Suriye’nin yeniden inşasında Arap ülkeleriyle iş birliğinin artırılması, Türkiye’nin Ortadoğu’daki stratejik çıkarlarını pekiştirebilir. Körfez ülkeleriyle geliştirilen ekonomik ve diplomatik ilişkiler, Suriye konusunda ortak projelere dönüşebilir. Ancak her adımda batılı çıkar çevrelerinin menfaat alanları dikkatle etüt edilmelidir. Kaldı ki, Suriye’de henüz bütün kartlar oynanmadı. Önümüzdeki günlerde Suriye de nelerin olabileceğini kimse tam olarak tahmin edememektedir! Esat’a karşı birlikte hareket edenlerin yarın birbiriyle savaşa tutuşmayacaklarını kimse garanti edemez!
Suriye’nin enerji kaynakları, bölgedeki tüm güçler için önemli bir çekim merkezi. Türkiye, Suriye’de istikrarın sağlanması durumunda enerji koridorlarının yeniden işlerlik kazanmasını teşvik ederek bu süreçten kazanç sağlayabilir. Örneğin; Akdeniz’in doğusundaki enerji kaynaklarının Avrupa’ya taşınmasında Suriye üzerinden geçen hatların aktif hale getirilmesi, Türkiye’nin enerji politikalarındaki stratejik önemini arttırabilecek bir olgudur.
Suriye’deki süregelen kriz, karmaşık ve zorlu bir tablo sunmaya devam etse de Türkiye için, riskleri ile birlikte çok boyutlu fırsatlar barındırmaktadır. Güvenlik, ekonomi, diplomasi ve enerji politikaları açısından yapılacak stratejik hamleler, bu krizi Türkiye’nin uzun vadeli çıkarlarına hizmet eden bir fırsata dönüştürebilir.
Türkiye’nin bu süreçte başarı elde edebilmesi için güçlü bir diplomasi, kararlı bir güvenlik politikası ve uluslararası iş birliği ile hareket etmesi gereklidir. Osmanlı’nın bakiyesi bir ülke mantığı ile hareket edilip ; “Misak’i Milli” duygusallığı ile bölgeye yaklaşılırsa her şey ters- yüz olabilir.
Bilinmeli ve unutulmamalıdır ki; Suriye krizini fırsata çevirmek, yalnızca bugünün değil, aynı zamanda gelecekteki bölgesel düzenin de şekillendirilmesinde Türkiye’nin rolünü güçlendirecektir.
Yeter ki, 1990’lı yılların boş söylemleri ve “bir koyup üç alma” ve “yeni Osmanlı, hilafet geliyor” naraları gibi ham hayallerle ve ABD ile batı blokunun oltanın ucuna taktıkları bu gibi zehirli yemler ile oyalanıp gerçek gündemi kaçırmayalım.
Böyle bir sonuç bölgedeki bütün toplumlar için kazanç olacaktır.