KİME, NE DENİR?
Bu memlekette kime sorarsanız sorun…
Ahlakın tanımı üç aşağı beş yukarı bellidir.
Şöyle ki;
“İnsanlarda huy olarak bilinen iyi ve güzel niteliklerin tamamına ahlak denir.”
***
Peki.
Ya ahlaksızlık(?)
İşte o, öyle değil.
Anlamı envaı çeşit.
Daha doğrusu emekçisine göre değişmekte.
Misal.
- Trafikte kuralları ihlal etmek suretiyle sorumsuzca makas atarak diğer sürücülerin canlarını hiçe sayana ‘AHLAKSIZ’ denir.
- Yolda yürürken ulu orta boğazını temizleyip, üstüne parke taşını kendine dart edene ‘AHLAKSIZ’ denir.
- Umumi tuvalet kapılarına el alemin telefon numarasını yazıp, bir de ‘arayın’ notu düşene ‘AHLAKSIZ’ denir.
- Belediyelerce parklara, hastane bahçelerine dikilen çiçekleri kökünden söküp, kendi bahçelerini güzelleştirene ‘AHLAKSIZ’ denir.
- Çarşı pazarda, eşine çocuğuna kabadayılık edene, ulu orta ‘AHLAKSIZ’ denir.
- Kırmızıyla yeşili kafasına göre anlamlandırıp gazı kökleyene, yaya geçitlerini görmezden gelen sözde şoförlere ‘AHLAKSIZ’ denir.
- Gıybetin dedikodunun dibine vurana, kılçıksız yalanlarla sağa sola iftira atana ‘AHLAKSIZ’ denir.
- Kabalığını marifet, eziyetini meziyet edinene ‘AHLAKSIZ’ denir.
- Ahde vefa bilmeyene, verdiği sözde durmayana ‘AHLAKSIZ’ denir.
- Büyük küçük tanımayana, nerde ne konuşulur bilmeyene ‘AHLAKSIZ’ denir.
- Ticareti hileyle harmanlayana, sattığı malın arkasında durmayana ‘AHLAKSIZ’ denir.
- Devlet malı çalanlara, vatandaşı soyanlara ‘AHLAKSIZ’ denir.
- Din ile sömürü yapana, menfaatini tanrı yapana ‘AHLAKSIZ’ denir.
- Çalışanına zulmedene, egosuna hizmet edene ‘AHLAKSIZ’ denir.
- Arının yerine bal, ineğin yerine peynir yapana, atı et diye millete satana ‘AHLAKSIZ’ denir.
- Fırsatçılara, stokçulara, şu zor zamanda milletin kursağındaki makarnaya uzanana ‘AHLAKSIZ’ denir.
***
Bitmedi.
Bitecek gibi de durmuyor.
Nedeni malum.
Ahlaki çöküntünün had safhalara ulaştığı toplumumuzda, ahlaktan çok ahlaksızlık vizyonda!
YAZDIK, YİNE YAZACAĞIZ!
Sahip olduğumuz az buçuk habercilik deneyimlerinin paralelinde, yaklaşık 14-15 yıldır yerel basın ve internet medyasında makalelerim yayımlanır.
Okurlarım gayet iyi bilir ki,
Serüvenimde zaman zaman adres değişiklikleri gerçekleşse de, köşe yazarlığındaki istikrarım asla sekteye uğramamıştır.
Aktif mesleğimin kamu işçiliği olmasından mütevellit, her ne kadar manevra alanımın belli bir çerçeve ile sınırlı olduğu düşünülse de.
Hakkaniyeti dile getirme çabalarımın önüne dikilen kibirle kaplı duvarların nasıl yerle yeksan edildiği, bugün hâlâ vitrinlerde bulunan yazı arşivimden bellidir.
Kişisel çıkar ve menfaatlerden uzak. Akıl, sosyal adalet ve hakikat ekseninde yön bulan meşgalemde çok şükür, meşguliyetimin zeminini bencilliğine esir düşmüş hiç kimsenin vizyonu oluşturmadı.
Aklıyla bayağı haşir neşir ve bir o kadar da O büyük varın varlığına inanan gayet şeffaf bir insanım.
Dolayısıyla.
Vaktiyle,
Bizatihi takip ve tespitlerimin ışığında yapmış olduğum adrese teslim göndermelerin ayarını kaçırdığım düşünüldüğünde dahi, ‘acaba!’ deyip şapkamı önüme almakla yetinmedim.
Olumlu olumsuz tüm eleştirilerde kendimi yokladım.
Hatta bununla yetinmeyip.
Çözüme katkı sağlayabilecek üst akılları köşeme taşımaktan da imtina etmedim.
***
Şimdi efendiler.
Ben bunları neden yazdım?
Kime yazdım?
Bunları izaha gerek yok.
Yazmak gerekti, oturdum yazdım.
***
Şimdi gene birileri çıkar, “Yazmasan iyi olur!” filan der.
Vallahi gücenirim.
***
Hassaten, dilimiz dönüp, mürekkebimiz tükenmedikçe.
Ateşten suyu, dertten dermanı.
Esirgersem namerdim!