Yalanı, dolanı, İlkesizliği bir beceri!.. Faşizan  eğilimleri en demokratik refleks olarak sunan.

Ama Vatanseverliği “jakoben-Kemalist” zorbalık, olarak pazarlamaktan hicap duymayan,  zamane düzenbazları!!

 İnanın ki, olup bitenler karşısında suskun kitleleri gördükleri sürece, daha bir pervasızlaşıp kalemin onurunu da fiyatlandırıp satmakta bir beis görmeyeceklerdir.

Cumhuriyetin kurumlarını “arena” ya çeviren saldırganlığı, alel-acele “mazlum” şalıyla örtmeye çalışan “tetikçiler” Hiç kuşkunuz olmasın ki; “at izinin, it izine karıştığı” bir süreç olarak tariflenen bu karmaşa ortamında suçlarının kefaretini bu kez tersinden ödemeye çalışıyorlar !..

Şairin mısralarında ifade bulduğu gibi;

“…Satılır Bab-ı Ali borsasından kalemler.

Kimi kara mürekkeple yazar,

Kimisi katillere övgü düzer…

Kalem var,

Abdestsiz namaz kılanların,

Seçim pazarında din satanların,

Vaazlarına amentü yazar…

Kalem var, yalan,

Kalem var, yılan,

Çöreklenir körpe beyinlere.

Kalem var,

Kara plaklara çizer sahibinin sesini

Kalem var, satılmış sayfalara

Yazar Yüz KARASINI…”

Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan ve daha neyle suçlandığı resmi olarak belli olmayan…ama bazı gazetelere! göre Ergenekon’un kasası olarak yargısız infaza tabi tutulup, cenazesi belediye tarafından kaldırılan “ Adım Kuddusi, iyi bakın gözlerime,,, Tanıyabildiniz mi acaba beni?.. Sanmıyorum can sağken tanıdığınızı” diyerek vicdanlara seslenen Kuddusi Okkır ilk Kumpas şehidi… onu suçlayıp mahkum eden savcılar şimdilerde firari olsalar da, dünün yargısız infazcıları bugün aramızda pişkince gezinip, helalinden “sağlıklı”  KAVURMA partisi düzenlemekte bir beis görmüyorlar!

Boğazında düğümlenmiş hıçkırığı, yüreğinde haksızlığa duyduğu öfkeyle… Ergenekon kumpasında acılar içersinde, kansere ve hukuksuzluğa kurban verdiği eşinin davasının takipçisi olan Sabriye Okkır;

Bugün “Ergenekon Yok” diyorlar. Ergenekon yoksa benim Kuddusi Okkır’ım nerede? Diye seslenip,

“Ben ve benim gibi nice eşler, analar, babalar, evlatlar  hep bu acılarla yüzleştik” diyerek, sanki  nicelerine “Şimdi sıra sizde…Siz de yüzleşin” diye haykırıyor ve bu haykırışa “İşimizi geri istiyoruz! .. Emeğimiz ve ekmeğimiz kutsaldır, elimizden alınmasını kabullenmiyoruz… Açlıkla terbiye olmayacağız! Diyerek açlık grevine yatan ve direnişin sağlık yönünden en kritik bir evrede tutuklanan iki eğitim emekçisinin çığlıkları karışıyor  duyuyor musunuz?.

Bu çığlıklar,1940’lardan günümüze Türkiye’yi fikirleriyle aydınlatmış, daha güzel bir dünya adına kendilerini adamış ve bunun bedelini canlarıyla ödemiş yüzlerce aydınımızın ailelerinin de ortak çığlığıydı.

Seslerine ses vermenin zamanı gelmişte geçiyor bile…

Toplum olarak yaşadığımız travma’dan ,daha doğrusu bize reva görülenlerden!..

“insan olmanın ne anlama geldiğinin” daha net anlaşılıp kavranması sayesinde kurtulacağımıza inanıyorum. Ünlü düşünür Herder;

“İnsan, aklını kullanmayı öğrenmeseydi, yaşayamazdı ve kendini ayakta tutamazdı;

Aklını kullanır kullanmaz, elbette binlerce hataya ve binlerce yanılgıya giden kapı önünde açılıverdi,

Ama hemen aynı zamanda, bu hatalar ve yanılgılar sayesinde aklını daha iyi kullanmayı gösteren yol da önünde açılmış oluyordu.

İnsan, hatalarını anlamayı ne demek çabuk öğrenirse, onları düzeltmek için üstlerine ne kadar sağlam bir güçle varırsa, o kadar çok ileriye gider…

İnsan insanlığını yetkinleştirmek zorundadır, ya da kendi suçunun ağırlığı altında yüzyıllarca inleyecektir.”

İnsanlığını yetkinleştirip, onurlu duruşlarıyla Özgürlük ve Demokrasi mücadelesini yükselten Cumhuriyetin yiğit evlatlarına selam olsun.