Hoca Ahmet Yesevi ile başlayan tasavvuf ateşi, Hacı Bektaşi Veli, Hacı Bayram Veli, Mevlana gibi insanlarla  Anadolu’da filizlenmiş ve tohum vermiştir. Orada yaşayan insanların ruhen gıdası olmuştur da. Çünkü  birleştirici  duyguları ,toplumun bir kısmını ötekileştirmek gibi yaklaşımları olmamıştır..
Ne zaman tasavvufla ilgili bir eser okusam, kendimden uzaklaşır, kendime yabancı biri olurum. Duygulanırımda, o insanların insan sevgisini yüreğimde tartarım ve tuhaflaşırım.
Ben yukarıda belirttiğim insanlara ve onların izinden gidenlerin çabalarına hayranlık duyarım. Çünkü onların, yaşama anlam vermeleri beni etkiler. Dinlerin, felsefenin, bilimin özünde hep arayış vardır. Bu arayış, insanlığın var oluşundan beri devam eder. Bizi bugünkü yaşayışımıza  araştıranlar taşımışlardır. Bu  insanları sevmek insanlığı sevmektir diye düşünüyorum. Çünkü ırk, dil, din farkı gözetmeden her yerde her zaman insanı sevmişler. “Ben insanı severim, yaratandan ötürü” diyor bir tasavvufçu. “Yine de gel, yine de gel!/ İster Mecusi, ister putperest kim olursan ol yine de gel!” söylüyor Mevlana.
İnsanlık tarihinde yer etmiş bu insan severlerin yaşamı, bir lokma bir hırkaya dayanır. Bu insanlarda hırsların, bencilliklerin yerini paylaşımlar almıştır. Maalesef bizleri ise maddi bağlar, anlamsız tutkular, tenimizden, aklımızdan, yüreğimizden, kursağımızdan yakalamış, sonu gelmez istekler bedenimizi, ruhumuzu sarmıştır.
Mutasavvıfların yazdıkları, söyledikleri bize ilettikleri duyguları bir anlayabilsek, bencilliğimizden soyunup, insanımızın geleceğine bakabilsek ülkemize barış, huzur getirmiş oluruz. Kavganın cenderesinden kurtulabilsek, bu bilge insanların, kutsal toprağın, suyun; altın renkli ışığın, sessiz ağaçların, mezarlarında yatan yüce önderlerin bir parçası olabilsek sorunu çözeceğiz. Ama öteden beri getirdiğimiz kötü alışkanlıklarımızı kirli gömlek gibi bedenimizden bir türlü atmasını beceremiyoruz.
İstenilen olgunluğa erişemiyoruz,  hırsımızın çemberi içinde dolaşıp duruyoruz. Didişmenin, ötekileştirmenin temelinde yatan şeyin ruhumuzun olgunlaşmamış olmasıdır. En doğru yol, bencil ruhumuzu olgunlaştırıp kendi yolumuzun doğruluğuna inandırmaktır. Bu yaklaşım, insanı mutlu eder.   
Tekkelerimiz, camilerimiz, cem evlerimiz insanı büyüleyen yerlerdir. Yüreği temiz, ruhu berrak insanlar için bir hesap verme yeridir de. Dincilerin değil, dindarların kendisiyle buluştuğu ve huzura kavuştuğu yerlerdir bu ulvi yerler. Ben bir türbeyi ziyaret ettiğimde, bir camide namaz kıldığımda hep ürperirim ve kendimi sorguya çekerim.
Olgun insan olmak, hoşgörülü olmak kısaca Yaradan’ın sevgilisi olmak kolay değildir. Yunuslar, Hacı Bektaşiler, Mevlanalar bize nefesleri yettikçe doğru yolu göstermişlerdir. Çile çekmişlerdir. Zor koşullarda yaşamlarını sürdürmüşlerdir ama dürüstlükten, yana olmuşlar, kula kul olmaktan her zaman kaçınmışlardır.
Hırsıza, yolsuza, haramiye sahip çıkmak ne dinimizle bağdaşır ne de bu ülke için insanımız için şehit düşen insanlarımıza yakışır. Hakkın terazisine çıktığımız zaman orada arkamızda bizi koruyacak kimseyi bulamayacağız. Onun için hırsızlar, hakkı olmayan kazancı kursaklarına indirenler oturup kendi yüreklerinin, vicdanlarının sesini dinlemeliler. Yastığa başlarını koyarken ben dürüst insanım diyebilene sözümüz yok. O zaman onlar da Mevlana’nın, Hacıbektaşi Velilerin yolunda gitmiş olurlar ki onları alkışlarız. Ama “Benim karşıma kul hakkıyla gelmeyin” diyen Yaradan, yolsuzluk yapanları sorguya çektiğinde orada olmayı o kadar çok isterim ki!
Ey yönetenler! Dürüst olalım, topluma örnek olalım. Velilerimizi, ermişlerimizi örnek alalım. Unutmayalım ki dünya malı dünyada kalır.