Edebi eserlerin bir özelliği var. Her okunduğunda yeni bir kimlikle çıkar karşınıza. Okuyucunun günlük psikolojisi ile kitaptan istifade etme arasında sıkı bir bağ var.

Bir de hızlı okuma teknikleriyle okumayla; kelimeler, kavramlar, ibareler ve cümlelerin dikkatle okunması arasında algı dünyasında bıraktığı izler bakımından büyük uçurumların oluştuğu gerçeği var.

Düşünce üreterek okumanın keyfine varamayanlar daha çok okumanın övüncüyle kendilerini kandırıyorlar.

Mesela bir Ahmet Hamdi Tanpınar'ın romanlarını hızlı teknikle okuyanlarla aynı eserleri ayrıntılarına dikkat ederek okuyanlar üstünde yapılan araştırma şöyle bir gerçeği ortaya çıkardı. Hızlı okuyanlar sadece romanlardaki olayları az çok özetleyebilirken, yedire yedire okuyanlar ise olayların yanında özgün cümlelerden de örneklemeler yapabilmiştir.

Bu çalışma bize eğitimde okuma ameliyesiyle alakalı izleyeceğimiz yolu göstermektedir. Yani hızlı okumanın teşvik edilmesi yerine, içselleştirerek okumanın tercih edilmesidir bu gösterilen yol.

Göz hızıyla, algı hızı eşiği bağlamında bir denge olmadan okunan kitaplar sadece okunmuşlar listesini kabarık göstermeden öteye gitmez. Bir arı bir çiçek üstünde bulunan nektarı belli bir zaman diliminde ancak alabilir. Arıyı, suni öğretilerle hızlandırıp nasıl ki özlü bal elde etmek imkansızsa okuyucuyu da normalin dışında hızlandırarak ona okuma hazzını vermek de aynı oranda imkansızdır. 

Hele şiir kitapları asla hızlı tekniklerle okunmamalıdır. Şiirin sesini, içsel tınılarını hakkını vererek ele almadıkça şiirden hasıl olacak sanat zevki mahsül haline gelmez. Bu tiyatro metinleri için de geçerlidir. Bir tiyatro diyaloğu doğasında bulunan zamanlamanın dışında okunursa asla tat vermez.

Bence masallarda, destanlarda da aynı ihtiyaç vardır.

Biz bu yazımızda daha çok, okunan romanlar ve hikayeler üstünde duruyoruz. Romanlar ormanlar gibidir. Ormanda nefes nefese dolaşan bir kişi ormandaki ağaçların türleri hakkında ne söyleyebilir? Kanımca fazla bir şey söyleyemez. Ama etrafını görerek dolaşan bir doğa sevdalısı, arzularsa bir ağacın gölgesinde biraz dinlenir. Hatta bir başka ağacın gövdesinden çevresine bakmayı dener. Tarihin uzun zamanlarının sesiyle asırlar geçiren başka bir ağacın hikayesini ağacın kendisinden dinler.

Peki hızlı hızlı bir serüvene kapılsaydı bunları yapabilir miydi?

Öyküler için de tezimiz geçerli. Zannım o ki en ağır okunması gereken kitapların başında öyküler gelir. Okur, öykülerden bir öykünme çıkaracaksa asla bunu füze hızıyla yapamaz.

Hızlı okuma teknikleri kendini tanıtırken ballı börekli anlatıyor. Hakikat ise bal ve börek yenirken tıkına tıkına değil tadına vara vara haz verir.