Yaslanın arkanıza, size bu toprakların yetiştirdiği bir değerden bahsedeyim.
Yazıyı hece hece okuyup, kelime kelime hafızanızda tutun ki, Boğaziçi Üniversitesi’nde olup bitenlere kandil olsun.
*
Hikâye 1936 yılında Denizli'nin Acıpayam ilçesinde görevli öğretmenlerin pikniğe gitmeleriyle başlıyor. Öğretmenler piknik yaparken keçilerini otlatan küçük bir çoban çocukla karşılaşır.
*
Öğretmenler çobana adını sorar.
Çoban çekinken ve ürkek bir sesle, “Adım Hüseyin” der.
*
Biraz sohbetin ardından öğretmenler Hüseyin’e bir gazete uzatır ve okumasını isterler.
Hüseyin, “Ben okuma yazma bilmem” der.
*
Öğretmenler şaşkın!
Çünkü Hüseyin okul çağında…
*
Neden diye sorarlar.
Hüseyin, “Ben annemi 3 yaşında, Babamı ise 11 yaşımda kaybettim. Bu yüzden okula gidemedim” der.
*
Biraz sohbetin ardından Hüseyin öğretmenlerin zihninde bir kandil gibi parıldar.
Ondaki cevheri gören öğretmenler, Hüseyin’e yardımcı olur ve yatılı bir okula gitmesini sağlarlar.
*
Gel zaman git zaman derken, eğitim hayatını başarılı bir şekilde devam ettiren Hüseyin, bir Matematik yarışmasına katılır ve bu yarışmada kendisine bir kitap hediye edilir.
Günümüzde gençler kitabın kokusuna dahi katlanamazken, Hüseyin kitabı bir gecede bitirir.
*
Sonra soluğu Fen Bilgisi öğretmenin yanında alır.
“Bu kitap eksikliklerle dolu…” der.
Öğretmeni Tabir-i caizse afallar.
Çünkü Hüseyin’in eksikliklerle dolu dediği yer, öğretmenin dahi boyunu aşan, “Görecelilik teorisi” konusundadır.
*
Hüseyin öğretmeni derhal durumu bir mektupla, İTÜ'nde kendi hocası olan Rahmetli Fizik Profesörü Nusret Kürkçüoğlu’na iletir.
Nusret Hoca şak diye cevabı yazar:
“Hüseyin okulu bitirince, İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği'ne gelsin.”
Hüseyin bu öneriyi dinler ve İTÜ’nün yolunu tutar.
*
Üniversite hayatı, Keçi çobanı Hüseyin’in Nirvana’sı olacaktır.
Üniversite de yaptığı çalışmaları hocaları akıl sır erdiremez.
Hocaları Hüseyin’in çalışmalarını, zihinlerinin süzgecinden süzdüremedikleri için, bu çalışmaları, Amerika Boston'daki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nde (MIT) görevli Prof. Dr. Morse’ye sorarlar.
*
Prof. Dr. Morse, “Hüseyin’in tüm masraflarını karşılarım. Onu bana gönderin…” diye cevap yazar.
*
Yıl 1952…
Keçi çobanı Hüseyin, elektrik mühendisi olarak Amerika’ya gider.
*
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nde tez konuları 5 senede, 9 senede bitirilebiliyor olmasına rağmen Hüseyin çalışmasını 3 ay sonra bitirip hocasının karşısına çıkar. Morse birkaç gün sonra tezi inceleyip Hüseyin’i çağırır. “Senin tezin bitti.
Ancak burası MIT. Biz burada böyle hemen doktora diploması veremeyiz. Sen git istediğin dersleri al, 2 sene sonra gel” der.
Hüseyin 2 sene sonra doktorasını alıp bu kez Princeton Üniversitesi'ne gider. Orada ünlü fizikçi Albert Einstein ile birlikte çalışır.
*
Sesle kumanda edilen bilgisayarı ilk defa 1960’ların başında Keçi Çobanı Hüseyin yapmıştır.
Bugün dünyada çok popüler olarak kullanılan Siri, Google Now, Cortana gibi bütün programlardaki sesli komut sistemin mucidi Prof. Dr Hüseyin Yılmaz'dır.
*
Şimdi geldiğimiz noktada, bilim yuvası diye tabir ettiğimiz üniversitelerde meydana gelen nahoş olaylar, insanın içini parçalıyor.
LGBT denilen bir sapkınlıkla, sözde marjinal bir havaya bürünen bazı gençler ortalığı ayağa kaldırıyor.
Dertlerinin eğitim görmekten çok daha farklı olduğu kabak gibi ortadayken, buna çanak tutanlar da insanın deyim yerindeyse sinirlerini zıplatıyor.
*
Terör örgütleri ile kol kola girmiş, bilimle ve yeni şeyler öğrenmekle alakası olmayan, tek hünerleri Twitter’de yaygara yapmak olan sözde öğrencilerin sizce amacı, eğitim mi?
Şahsen LGBT sapkınlığı adı altında bold sloganlar atan bir gençlik ve onları gazlayan o kozmik güruhun yerine, bu güzide eğitim kurumlarında Keçi çobanı Hüseyin gibi, zihni aydınlık gençleri görmeyi isterdim.
Ancak bu bir hayal!
Çünkü zihnini terör örgütlerine peşkeş çekmiş o gençlerden bırakın Hüseyin olmayı, Keçi çobanı bile olmaz…
Zira bu memlekette Keçi çobanlığının bile ilk şartı sevgidir…
Hayvanı seveceksin.
Vatanını seveceksin.
Bayrağını seveceksin.
Aksi halde çöpsün!