Fransız devrimi ve Aydınlanma hareketinin Türkiye’deki alımlanış  biçimi daha çok Devrimin simgelerinden Voltaire üzerinden olmuştur.

“Sizin düşüncelerinize katılmıyorum ancak onları söyleyebilme hakkınızı ölümüne savunurum.” Ya da “Hurafeleri yıkın” sözleriyle anılır ve öykünülür…

Hani bizde bir özdeyiş vardır;

“ Söyleyene değil, söyletene bak “ diye öğütler Anadolu uluları, işte buradaki çelişki de aynı özdeyişle anlam buluyor. Voltaire  18.nci yüzyılda yaşamış bir Fransız aydınlanmacısı;

Fransız devrimine ışık tutan düşüncelerin önemli bir kısmı ona aittir. İnsan Haklarının en belirgin esaslarından çoğu onun eserleri yardımı ile dile getirilmiştir.

Böyle olduğu halde kendisi bile , herkesin büyük bir saygı duyduğu kendi öz fikirlerine  saygı duymamış … değerli ve derin fikirlerin, tezlerin ortaya koyucusu olmakla beraber kendisi bu tespitlere uymamıştır.

Oysa 18.nci yüzyıl  Aydınlanma çağıdır ve o dönemde dünya yeni yeni aydınlanıyordu. Çoğu yazar ve sanatçının bundan etkilenmemesi olanaksızdı. Nitekim bir çok boyutuyla bundan etkilendiler. Bu etkilenişin ülkemize yansıması;

Entelektüellerimizin Voltaire nin düşüncelerinden esinlenip, ama içinde yaşadıkları toplumsal dokunun hassasiyetlerini göz ardı etmeleri sonucu.  Kendi özgünlük ve zenginliklerini gözden kaçırdıkları gibi, Aydınlanma rüzgarının sönümlenmesine ve aynı zamanda yıllarca sürecek toplumsal karşılığı olmayan yapay bir etkileşime dönüşmesine neden olmuştur….

Eylem ile söylem çelişkisinin, insanlık adına en üzünç örneğini de sergileyen hoşgörünün büyük yazarı Voltaire, Çarice 2.nci Katerina’ya  hitaben yazdığı, 11 Ekim 1770 tarihli mektubunda;

“ Dünyada yüce Katerina’dan daha büyüğü yoktur. Yüce majesteleri, Türkleri öldürerek bana yeniden hayat veriyorsunuz. Siz Avrupa’nın öcünü aldınız.

Türk dilini ve onu konuşanları Avrupa’dan sürmek gerek.

İnsanlığın iki büyük baş belası var. Birincisi Veba, ikincisi Türkler…

Hümanist ilkem olmasaydı, Türklerin hepsinin kökünün kazındığını görmek isterdim… ya da öylesine  uzaklara sürülmelidirler ki bir daha geri gelmesinler.

Biz şu anda Türkleri yenmek için, gerekli olan en iyi mevsimde, en güzel zaman içinde bulunuyoruz. Bu barbarlar halen bize saldırıyorlar mı?..

Ben en azından bir kaç Türk’ün öldürülmesine katkıda bulunmak isterdim; bir Hıristiyan için bu elbette Tanrı katında çok yüce bir iştir…”

 İşte Empatinin ve sözüm ona düşünceye özgürlük söylemlerinin rol-modeli! Büyük üstadın! Gerçek yüzü… Eylem-Söylem çelişkisinin, insanları nasılda dipsiz kuyulara düşürdüğünün ibretlik öyküsü.

Tutkular, çelişkiler, düşmanlıklar ve önyargılar yumağı insanın, asırlar boyu süregelen bu sayrılı mirası bünyesinden söküp atabilmesi acaba çok mu olanaksızdır?

Bu gün halen, kendi öz değerlerine, Atasına hayasızca sövgü yağdıranların sırtının sıvazlanıp, korunup sakınılması tarihin garip bir tecellisi olarak mı algılanmalıdır?

Yaşananlar herkesin göreceği bir netlik de olmasa da; Cumhuriyet Devriminin gerçekleştiği bu topraklarda, yediveren gülleri gibi yeşeren, sözleri ve eylemleriyle bütünleşen… Bizlere, dirençli ve inançlı bir düşünce yapısı armağan eden Mustafa Kemaller yolumuzu aydınlatıyor.