En yalın tanımlamayla: Bir yanda “Olmaz… yapılamaz… bu memleket iflah olmaz” ların teslimiyetçi, kötümser korosu;

Öte yanda “Biz yaptık oldu… demokrasi kurtuldu” ların iyiniyetli, saftirik korosu!

Haklılık yüzdeleri  düşük olsa da kuşkusuz, her iki taraf kısmen haklı, çokça da hatalı. Ama, bütününde tek taraflı ve abartılı…

Gerçek ise tüm çıplaklığıyla orta yerde duruyor. Her iki taraftan destekli olsa da yine eksik ve sahipsiz daha doğrusu teşhise muhtaç!

Tüm boyutlarını içeren bir teşhise, değil sahip olmak, yaklaşmak bile bugünün olağanüstü koşulları altında, neredeyse olanaksız. Bu yolda gerekli objektiflikten, her tür çıkar ve önyargıdan arınmış tarafsızlıktan, olanak ve ortamdan… hatta yer yer, iyi niyet ve bilgiden hayli  yoksunuz.

Bu öylesine bir yoksunluk duygusu ki, zaman zaman tüm umudumuzu, son erimde imdadımıza yetişecek, Hızır benzeri bir “sağduyu” ya bağlamaktayız.

Nerede, hangi mağfillerde, kimlerin ve hangi güçlerin elinde oluşmaktadır Türkiye’nin sorunlarının çözüm yolları?

Sözde, yazıda, kağıt üzerinde, Anayasada bu sorunun yanıtı hazırdır:

-Cumhurbaşkanı – Hükümeti,

-Parlamentosu – Siyasi Partileri,

-Anayasa Mahkemesi – Danıştay’ı – Yargıtay’ı,

-Sendikaları – Meslek Odaları,

-Üniversiteleri,

-Basını,

-Her türden “sözüm ona” baskı grubu ve serbest seçimler ile demokratik bir düzen, tüm kurumlarıyla şaşalı varlığını sürdürmektedir…

Peki, öyledir de fokurdayan bu cadı kazanı neyin nesidir?

Türkiye’min sosyal – ekonomik – politik sorunları karşısında; köylüsü, çiftçisi, işçisi, memuru, esnafı, tüccarı, sanayicisi, teknik adamı ve akademisyeni ile 80 milyonun müşterek çelişik, özel çıkarları gerçekten dile getirilip çözüm yolları irdelenmekte midir?

Diğer bir anlatımla; söz konusu bileşen gruplarından hangisi dilek ve taleplerini, özgür iradeleriyle ve gereğince, temsilcilerine ve kamuoyuna aktarabilmektedirler?

Kah kocaman sütunlu kapalı kapılar ardında, kulislerde; kah açıkta, parlamentoda, toplantılarda, usulen gerçekleşen oturumlarla 80 milyon yurttaşımız adına 80 milyon yurttaşımızın geleceği oylanmakta, kararlar verilmekte ve yanılma pahasına uygulamalara geçilmektedir.

Ama acı gerçek; aşama aşama da  olsa, genellikle temsil edenlerin, temsil edilenlerin iradesinden her geçen gün uzaklaştıkları, kopmakta olduklarıdır.

Bu nedenledir ki, “battık, batıyoruz” yaygaraları arasında, zaman zaman, cankurtaran simidi görünümlü işlevsiz formüller! Ortaya atılmakta ve sonunda mucizelerden medet umulmaktadır.

Sonuç olarak muhatap kılındığımız ve bize reva görülen gerçeğimiz;

Ulusun tüm kesimlerinin temsilinden uzak …Geleceğimize ipotek altına almakta bir beis görmeyenleri uzaktan izlemek zorunda kalışımız ve avuçlarımız patlayıncaya değin alkışlamaktan başka bir seçenek kalmamıştır.

Oysa Mustafa Kemal Atatürk… Anıt tepeden “Cumhuriyet bilhassa Kimsesizlerin Kimsesidir” diye seslenerek SEÇENEK sunuyor.

Duyuyor musunuz?