Bütün memleketin bence açık bir felakete atılmış olduğunu gördükten ve bütün Türk ordusunun bu felaketi her ne pahasına önlemek için kanını dökmeye hazırlanmasından başka çare kalmadığını anladıktan sonra benim hala Sofya'da Kordiplomatik içinde rahat salon hayatı geçirmeme imkân olabilir mi idi? Başkumandanlık vekilliğine başvurdum. Ordu içinde rütbeme uygun herhangi bir görev istedim. Başkumandan vekili tarafından çok nazik bir cevap geldi: “Sizin için orduda daima bir görev vardır. Fakat Sofya ataşemiliterliğinde kalmanız çok önemli sayıldığı içindir ki sizi orada bırakıyoruz." Cevap verdim: “Vatanımın savunması ile ilgili fiili görevlerden daha önemli bir görev olamaz. Arkadaşlarım savaş meydanlarında, ateş hatlarında bulunurken ben Sofya’da ataşemiliterlik yapamam. Eğer birinci sınıf subay olmak değerinde değilsem, inancınız bu ise lütfen açık söyleyin.” Uzun müddet cevap gelmedi. O günlerde neler çektiğimi anlatamam. Gerekirse bir er gibi, herhangi bir cepheye katılmaya karar vermiştim. Onun için Sofya’daki evimin eşyalarını, Fethi Bey arkadaşımla anlaşarak, elçiliğe taşıttım. Hemen hareket edebilmek üzere küçük bir bavul hazırladım. Artık evi de bırakmak üzere iken “İsmail Hakki” imzalı bir telgraf aldım. İmzanın üstünde, “Harbiye Nazir Vekili” yazılı idi. “On dokuzuncu tümen kumandanlığına tayin buyruldunuz. Hemen İstanbul’a hareket ediniz.” Falih Rıfkı Atay- Çankaya

6 Ağustos’ta İngiliz birliklerinin Suvla Koyu’na çıktıkları görülüyordu. Ancak 8 Ağustos’ta Suvla Koyu Harekâtı’na karşı olan cephenin komutanlığı Mustafa Kemal’e verildi. Bunda geç bile kalınmıştı. Çünkü 8/9 Ağustos gecesi, İngilizler Anafartalar’da en şiddetli saldırılarını yapmışlardı. 9 Ağustos sabahı da Mustafa Kemal, kendisine savaş önderi olarak en büyük ünü sağlayan darbesini düşmana indirmişti. Bunu da İngilizlerin resmi kayıtlarından okuyalım:

O'nun, kuzey mıntıkası komutanlığı görevine başlamasının üzerinden birkaç saat geçmiş olmasına rağmen, 8 Ağustos sabahı yaptığı şiddetli karşı harekettir ki, 9'uncu Kolordunun çok geciken ilerlemesini durdurdu ve yendi. 24 saat sonra kendisinin yaptığı keşfi izleyen Conkbayırı’nda başlattığı karşı saldırı, Türkleri Sarıbayır sırtlarında tam anlamıyla egemen bir duruma yerleştirdi. Bir tek tümen komutanının ayrı ayrı üç fırsatta yaptığı hareketlerin yalnız bir muharebenin cereyanına değil, belki de bütün sefer ve hatta bir ulusun kaderi üstünde bu kadar derin etkiler yaptığı, tarihte pek ender rastlanan olaylardandır.” Atatürk’ün Bana Anlattıkları- General Charles H. Sherill

“Bu sabah ortalık daha sakin. Yağmur yağıyor ve her şey içler acısı. Sabah 7.30’da ölülerin gömülmesi için ateşkes başladı. Koku korkunç. Bazı cesetler dört haftadır güneşin altında yatıyor ve şüphesiz hepsi tanınmayacak halde. Cesetler sadece künyelerinden tanınıyor. Düşmanlığa tam olarak ara verilmesi saat 8'e kadar gerçekleşmedi çünkü Türk hatlarında bir yerlerde bir keskin nişancı işine devam ediyordu. Siperler arasında bir orta çizgi belirlendi. Herkes kendi tarafındaki yarı arazide ölülerini alabilirdi; ayrıca tüfekleri ve mühimmat da... Toprak, farklı noktalardaki siperler arasında ölülerle kaplanmıştı ve defin gününün ardından yapılan tahmine göre 12 bin Türk ölmüş olabilirdi. Türk cesetlerinden oluşan bu korkunç yığın arasında birinci ve ikinci günkü çarpışmalarda öldürülen bizim çocuklar vardı ve o günden beri orada yatıyorlardı. Cesetler kapkara olduğundan bakılamayacak kadar korkunçlardı, giysilerinden fırlayacak gibi şişmişlerdi, dokunulduklarında pek çoğu parçalara ayrılıyordu. İnsana garip geliyordu; vadideki sessizlik, patlama olmaması, ufuk çizgisinde ilerleyen askerler ve Türklere onların gözüyle bakmak.” Vaiz Dexter- Günlükler

“Biz, kişisel kahramanlıklarla uğraşmıyoruz. Yalnız, size Bombasırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasındaki mesafe sekiz-on metre, yani ölüm muhakkak... Birinci siperdekilerin hiçbirisi kurtulmamacasına düşüyor. İkinci siperdekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkül ile biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini de biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılmak yok. Okumak bilenler Kuran-ı Kerim okuyor ve Cennete gitmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler, Kelime-i Şahadet çekerek yürüyorlar. İşte bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren hayret ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur.” Atatürk’ün Anafartalar Muharebelerine ait Hatıraları- Uluğ İğdemir

“Biz Çanakkale’ye gittiğimiz zaman, henüz Anafartalar Muharebeleri olmamıştı. Mustafa Kemal yarbaydı. Fakat ilk kahramanlığını göstermiş, Seddülbahir'in kuzeyinde ve Anafartalar’ın güneyinde İngilizlere ilk zapartayı atmış ve onları Arıburnu'nda dar bir yere mıhlamıştı. Arıburnu kumandanı Yanyalı Vehip Paşa’nın ağabeyi Esat Paşa idi. Arıburnu’na geldik. Orayı gezerken birdenbire İngilizlerin bir yaylım ateşi, yani bombardıman ve aynı zamanda kulağımıza bir de mızıka sesi geldi.

Esat Paşa’ya sordum:

“Paşam bu ne? Mızıka başladı, İngilizlerde de yaylım ateş?” Cevap verdi: Dikkat edin, bütün mermiler şu üst tarafımızdaki Cesaret Tepesine yöneliktir. Her gün öğle zamanı oldu mu, oranın Tümen Kumandanı Mustafa Kemal, askerine bando ile yemek yedirir. Ve İngilizleri, kıyıda dar bir yere mıhladığı için, mızıka sesini duyan gemileri, Mustafa Kemal’e ateşle cevap verirler. Yemek bitince bando kesilir, İngilizler de, sırf hiddetlendiklerinden açtıkları ateşe son verirler.” Ali Canip – Milli Mücadele Dönemi Yeni Turan Gazetesi Yazarı

“Son zamanlarda Türklerle aramızda çok iletişimim oldu. Onlara elimizdeki esirlerin yazdığı, kendilerine çok iyi bakıldığını bildiren mektuplarla sağlıklı, mutlu olduklarını gösteren fotoğraflar atıyoruz. Türkler de yazdıkları cevapları bize atıyor, “Sadakayla yaşayan adam domuzdur. Karnımız tok, yiyeceğimiz bol. Bedenimizde ellerimiz, ellerimizde süngülerimiz var. İngiliz’in bol silah ve cephanesi olabilir ama bizim süngümüz ve aklımız var.” diyorlardı. Üç hafta önce Türklerin üç günlük bir bayramı vardı. Üzerinde “Prenez Femez avec plesir Notre herx ennemis (Alın, afiyetle için mutlu düşmanlarımız)” ibaresi bulunan iki paket sigara fırlattılar. Biz sığır eti konservesi gönderdik. Birkaç paket bisküvi ve reçel attık. “Finy (Mükemmel)” diye bağırarak bize al salladılar. Ertesi sabah yine aynısı. Tercümanımız bizim hattan onlara seslendi. Karşı tarafa geçip bizim attığımız bir çakıyı almalarına izin verdik. Daha sonra bu işe devam etmememize dair emir geldi.” Charles Bean- Gelibolu Günlükleri