Gözlerini gerip, parmak sallayarak höykürenleri! İstisna kabul etsek de… İletişim insanların ve toplumların vazgeçilmezidir. Toplum içinde yaşayan her insan farkında olsun ya da olmasın, çevresiyle sürekli iletişim halindedir.

İnsanları iki ayağı üzere doğrulduğundan günümüze değin; duygu ve düşüncelerini çevreleriyle sürekli paylaşmak çabası içinde olmuşlardır. Ses tonumuz, mimiklerimiz ve jestlerimizin uyumlu olması, iletişim kalitesinin belirleyicisi olduğu gibi sözlerimizin beden dilimizle uyumu, çevremize güvenin ve sempatinin tesis edilmesini olanaklı kılmıştır…

Beden dilimizle, jestlerimizle, mimiklerimizle… ama kendimizi çokça da dilimizle ifade ederiz hani “en güzel söz henüz söylenmemiş olandır” deyip kurduğumuz cümle ve kelimelerimizle! İletişimin diğer unsurları onu tamamlar ve bir bütün haline getirir.

Beden dili aslında bilinçaltı tepkileridir ve biz onu çoğu kez kontrol edemeyiz. Yüzümüzün kızarması, göz bebeklerimizin büyümesi, gözlerimizin bütün refleksleri kontrolümüz dışındadır. Beden bilgeliğimizi geliştirmek!, farkındalığına ulaşmak sağlığımızın korunmasını sağlar. Düşük omuzlar, yere çakılan bakışlar, çatık kaşlar beynimizin mutsuzluk algısına neden olur. Kambur duruş iç organlarımızı sıkıştırarak solunum ve sindirim üzerinde olumsuz etkiler yaratır. Hissettiğimiz gibi davranırken, davrandığımız gibi de hissederiz… Yani olaylar karşısındaki ruh halimiz, bedenimize de yansır. Örneğin mutsuz olunca somurtur, somurttuğumuzda da mutsuz oluruz.

Beden dili farkındalığı, mutlu ve başarılı bir yaşam için vazgeçilmezimizdir. Beynimize yönelttiğimiz doğru sorular onun en ideal şekilde çalışmasında oldukça önemlidir.

İletişim ve halkla ilişkiler; Akademik anlamda çok önemli bir bilim dalı aslında. Her geçen gün önemine koşut hızını artırıp, değişip, gelişiyor. Kaynaktan alıcıya, kendi içinde kuralları ve araçlarıyla belki de en hızlı değişen ve gelişen bir bilim dalı…

Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, yüzyılın en büyük icadı sayılan internet aracılığı ile insanoğlu dakikada 350 bin tweet gönderme gücüne ulaşmış bulunuyor… Blogger adı verilen (blog yazarı, blogcu) profesyonel olmayan kişiler, sayıları binleri aşan takipçilerine ücretsiz yazılar yazıp fotoğraflar paylaşıyor. Bu kontrolsüz ve çok büyük bir vaka karşısında evde, sokakta, işyerinde, okulda engel olamadığımız hızla farklılaşan bir sosyalleşme kültürü de hakim oluverdi gündelik yaşamımıza!

“Hızla anılarımızı paylaşıyoruz fakat anılarımızı biriktiremiyoruz”

Hiç dikkat ettiniz mi?.. mesleği, sosyal statüsü, yaşı veya cinsiyeti ne olursa olsun yurttaşlarımızın neredeyse tümü; yürürken, otururken hatta ne yazık ki araç kullanırken dahi “başı önde, eli kulağında!” bir garip insan profili çiziyorlar… kafede ya da restoranda oturur oturmaz ilk iş telefonların masada sıralanışı oluyor. Siparişlerin verilmesiyle silahşör kıvraklığıyla anında telefonlara yoğunlaşılıyor! Bu kez de masadaki yiyeceklerin görselini almak amacıyla başlar kaldırılır!... Ardından aceleyle “Öyle ya sanal alem beklemez” Kahkahalar eşliğinde kafa kafaya !.. selfie “özçekim” merasimi safhasına geçilip. Farklı objeler eşliğinde mekân bildirimleriyle fotoğraflar paylaşılır.

Ne kadar sıradan, ne kadar asosyal bir birliktelik… böylesi bir sığlık olabilir mi diye hayıflanırken, aniden mesaj bildirim ışığı yanıp sönen telefonunuza gider eliniz ve bir bildirim de siz  “beğenirsiniz!” Anladığım kadarıyla herkes çok mutlu, herkes çok sosyal, hepimiz bülbül gibi şakıyarak, sular seller gibi başta İngilizce olmak üzere yabancı dilleri yeme yiyoruz!.. Bu dijital çöplükte başımız önde, elimiz kulağımızda, “bir muhabbet ediyoruz, bir muhabbet ediyoruz ki!..” demeyin gitsin!..

Yazdıklarımdan farklı bir çıkarımda bulunup “geri kafalı” bir iletişimci olduğumu düşünmeyin lütfen, mesleğimiz açısından hız ve ulaşılabilirlik tabii ki fevkalade değerli bir alan… Ben de ailemle olan fotoğraflarımı, beğendiğim yazıları, mekanları, beğendiğim insanların paylaşımlarını takip ediyor ve elbette ki paylaşıyorum ancak dozunu sınırlı tutarak!.. Günde 30 dakika, belki çok özel bir durum varsa, okumam gereken bir şeyler, beni cezbeden bir makale o zaman daha fazla… Onun dışında sosyal paylaşım sitelerini fazlaca kullanmıyorum. Dediğim gibi bu konuda limit sizsiniz.

Yapılan araştırmalar sonucunda; kullanıcıların günde 5,5 saatini facebook’a, 5 saatini de Tv.ye ayırdığı ortaya çıkmaktadır. Bu durum, insan yaşamının en üretken olduğu 16-25 yaş aralığında gerçekleşiyor. Ortalama 75 yıllık bir ömür biçilen insanoğlu için bu durum büyük bir kayıp değil de nedir?.. Ne yazık ki yaygın iletişimsizlik Temalı halimiz budur dostlarım….

Yazıyla ve sözle… ama daima içtenlikle iletişebilmek dileğiyle.