Sekiz yaşından beri Trabzonspor kongrelerine giderim.
Küçücük boyumla 19 Mayıs’ın devasa yükseklikteki merdivenlerini tırmanmaya, salona tepeden bakabilmek için en hakim noktayı bulmaya çalışmalarım dün gibi hatırımda. O günlerden bu zamana kadar en sık duyduğum cümle daima şu olmuştur :
“Bu kongre Trabzonspor’un en önemli kongresi.”
***
Trabzonspor, nerdeyse otuz yıldır sürekli “En önemli kongresini” yapıyor. En azından biz öyle sıfatlandırıyorduk. Oysa, 5-6 Aralık 2015 kongresi sayesinde anladık ki, aslında bugüne dek yapılmış bütün kongreler bu defakinin yanında birer hiçmişler.
***
“Hiç” zarfını açmak lazım biraz. Öyle ya, böyle iddialı bir söylemi havada bırakmamak gerekiyor. Neden bu kongre Trabzonspor’un en önemli kongresidir, neden diğer kongrelerin önüne geçecektir?
Çünkü bu kongre Trabzonspor’un son kongresi olabilir. Trabzonspor kapanmaz elbet. Tüzel kişilik devam eder, ancak cümlede bahsedilen de zaten, “Bizim bildiğimiz, sevdiğimiz, gönlümüzdeki Trabzonspor”un son kongresi olabileceğidir.
***
“Seçmenin tercihine karışılmaz. Demokrasi sandığa saygıyı esas alır” mealindeki cümleler, güzeldirler, moda deyimle “cool” dururlar. Gel gör ki, konu bu kongre olunca maalesef havada kalmaya mahkumdurlar.
Çünkü burada mesele, Trabzonspor Kulübü Derneği’ne özgür iradesi ile üye olup, seçim günü geldiğinde aynı özgür iradesi ile oy kullanacak olan delegeler değildir. Burada mesele, nereden geldiği belli olmayan bir kaynak sayesinde, belki de hiç haberleri dahi olmadan Trabzonspor’a üye yapılmış kimselerin, seçim günü bindirilmiş kıtalar şeklinde kongre salonuna getirilerek, hür iradelerine başvurulma gereği duyulmadan ellerine tutuşturulan “bordo” listeyi sandığa atmaya zorlanacakları meselesidir.
Demokraside saygı duymamız beklenen seçmen iradesinin ise bu anlatılanla uzaktan yakından bir ilgisi yoktur.
***
Şikeye karşı mücadele verdiğini söyleyen bir zihniyetin, bir önceki seçimde “Kongre Divanı”nı nasıl gasp ettiğini hepimiz biliyoruz. Aynı zihniyet, haklarında verilen yargı kararına rağmen görev başında durmakta da en ufak bir sakınca görmedi. Konu Fenerbahçe ve Aziz Yıldırım olunca, son derece hassas olan bizim camia dinamiklerinin ise İbrahim Hacıosmanoğlu ve hukuksuzlukları karşısında daima suskun kaldığını, acı içinde tecrübe ettik. Şimdi yeni bir şike daha yapılıyor ve açıklanan hazirun listesine yaklaşık bin beş yüz kişilik bir ilave daha yapılıyor.
Bu haksızlığın karşısında bizim gibilerin hukuka güvenip ona sığınmaktan başka çaremiz yok. Ülkede adaletin kaplumbağa hızıyla bile ilerlemediğinin çok net farkında olan İbrahim Hacıosmanoğlu ise dilediği gibi at koşturmaya devam ediyor.
***
İbrahim Hacısomanoğlu ve yönetiminin bugüne kadar yaptıklarını çok yazdık, çok söyledik ve çok şükür hiçbirinin de içinde olmadık. Bu yanlışları tekrar etmeye lüzum yok. Ancak son hamlesi dahi, kazanmak için nasıl da pervasızca davranabileceğinin en açık göstergesi. O halde insan sormadan edemiyor: Bir insan bir koltuk için neden bu kadar hevesli olabilir? Her türlü hukuksuzluğu ve haksızlığı yapmayı içinize sindirtebilen şey nedir?
Trabzonspor Kulübü Başkanlığı, ya da yöneticiliği elbette çok önemlidir, çok değerlidir. Lakin, bunca hakkın yenmesine hangi mevkii değebilir?
***
Türk şiirinin doruk noktası İsmet Özel, “Amentü” isimli şiirinde, iman edene kadarki sürecini ne şekilde özetleyeceğini bize şu şekilde duyurur :
“Budur /işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku / işte şehirleri bayındır gösteren yalan / işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan /kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla / güç bela kurduğum cümle işte bu”
Sonra da devam eder ve kendisine ait olmayıp, istemediği halde taşıdığı değerler bütününü “Ağır bir haç taşımaya benzeterek” ruh halini tek cümlede özetler. Şair olsaydım ben de öyle bir cümle kurardım elbet. Gel gör ki değilim ve dolayısıyla çok daha basit bir biçimde iki buçuk yıllık Hacıosmanoğlu döneminden çıkardığım net sonucu şöyle açıklayabilirim: Mevcut Başkan, Trabzonspor Başkanlığı koltuğundan kalkmamak için her türlü hukuksuzluğu yapabilir ve bundan en ufak bir rahatsızlık da duymaz!
***
Peki tüm bunlar olurken, diğer cephede dönenler nedir?
Ne döner ne dönmez bilmiyorum. Ancak tek bir bildiğim var, o da şu: Kiminle ne kavgamız, ne kızgınlığımız, ne küskünlüğümüz varsa, ne olur onu 7 Aralık’a erteleyelim. Savaş baltalarımızı gömüp, 7 Aralık’ta istersek yeniden çıkartalım. Ama şimdi gömelim, iyice derinlere gömelim..
Bir de, eskiler, egosu ve kibrini hırsı ile birleştirip aklını devre dışı bırakanlar için çok güzel söylemişler : “Zanneder ki, sefine-i vücud, rükubuna mahsustur!..”
Hah işte, tam da böyle olmaktan kaçınalım.. En azından 7 Aralık’a kadar.. Lütfen..